Pazartesi, Ekim 22, 2007

Türkiye'nin Başı Sağolsun




Yazıma Türkiye'nin başı sağolsun diyerek başlıyorum.

Türkiye haber bültenlerinde ve gazete haberlerinde 90'lı yıllarda sıkça şehit haberlerini duyardı ve ardından yapılan sıcak takipleri de izlerdik. Hatta TRT'de "Anadoludan Görünüm" isimli programda tek tek öldürülen terörist görüntüleri ekrana gelir televizyondan teröristlere teslim olma çağrısı yapılırdı. 90'ların sonları ile beraber bu haberler azaldı ve sonra terör kendi şehir meydanında gösterdi canlı bombalarla vurdu kalbimizi (burda anlatılan ayrılıkçı terördür ama ülkemiz bunun haricinde trafik terörrüne ve kişisel silahlanma terörüne karşı da çok kurban vermiştir. ) Hep geri kalmışlığından yakınılan Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesinde filizlenmeler görüldü yıkıntılar arasında ve bu tüm dünyanın da ilgisini çekti. Belki bu gelişmenin de etkisi ile ayrılıkçı terör örgütüne sivil destek azalmaya başladı. Ve bu noktada geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen saldırılar ile ayrılıkçı terör örgütü yeniden "ben burdayım" dedi. Şu anda zihinlerdeki soru terör örgütünün ordalığından öte yanında kim olduğudur. Bu sorunun cevabı için birçok düşünme egzersizi yapılmakta ve en başta zihinlerde "terörü terör olarak tanımlamayanlar kimler ?" son zamanlarda meydana gelen saldırıların zamanlaması sadece bir tesadüf mü?" soruları dolaşmakta. Terör örgütü ne zaman susuz kalır tam olarak bilmiyoruz ama şehit kanları ile dalgalanan bayrak hep göklerde olacak. Türk milleti dışarıdan gelecek her hamlede karşı oyuncunun bir sonraki, iki sonraki hamlesini düşünerek sağduyulu hareket etmelidir.



Cumartesi, Ekim 20, 2007

Dua Etmek

KÜÇÜK BİR ÇOCUK,
Deniz kenarına oturmuş, gözlerinide ilerdeki bir noktaya dikmişti.
Belki de bir saattir öylece duruyordu.Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip:
- Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi?Küçük çocuk, başını çevirmeden;
- Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.Adam, çocuğun yanına oturup:- Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi.Ama şimdi adım bile atamıyorum.Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla:
- Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur. Çocuk, büyük bir sevinçle:
- Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi?
- Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter.
Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı.
Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü.
Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı.
Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı.Sonunda onu bulup:
- Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim.
Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip:
- Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde "av" diye bir şey kalmadı.
- Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin! .
Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de "rasgele" derlerdi.Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken:
- Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım?
- Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk.Bunu yeni öğrendim. Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu.
Başını ağır ağır sallayarak:
- Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden.Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı.Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı.
Bir top vardı orada.Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp:
- Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!.
Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp:
- Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?SİZLERDE DUA ETMEYİ DENEDİNİZMİ SIKINTILI ANLARINIZDA? ...BELKİ DUALARINIZ HEMEN GERÇEKLEŞMEYEBİ LİR AMA O DUALARIN SEVABI YETER SİZLERE...

*alıntıdır.

Perşembe, Ekim 11, 2007

İyi Şeyler Düşünün

İyi şeyler düşünelim iyi şeyler olsun. Gün içerisinde ve hayatımız içerisinde farklı zaman ve mekanda o kadar çok olayla karşılaşırızki belki bu olayların fotoğrafını çektiğimizde binbir türlü yorum ortaya çıkacaktır. Kimi yorumcular fotoğraf karesindeki kıyafetin rüküşlüğünü bahsedecek, kimi yorumcu fotoğraf karesinde yaşadığı sıkıntıları her halinden belli olan kişinin yüzündeki gülümsemenin gerçek mutluluk olduğunu söyleyecek, kimi yorumcu da bu gülümsemenin son derece yapay olduğunu belirtecek böyle birisi asla gülemez diyecek ve daha nice farklı yorumlar çıkacak.

Gün içerisinde yürüyüşümüzde, oturuşumuzda, konuşmamızda milyonlarca tane fotoğraf karesi ve biz kendi karelerimzi bile bazen çok farklı düşünüyor yorumluyoruz. Bazen öyle olumsuz bakarız ki o kareyi nice güzelliği görmeyiz o karede ve sonra olumsuzluklar bir sonraki kareyi dolduruverir. Ben bu durumda "iyi şeyler düşünün , umut edin, iyi şeyler isteyin " diyorum. Bazen kardan şikayet edersiniz "kar olmasa idi şimdi bahçede türlü meyve sebze olurdu " dersiniz işte o zaman karların içinden bir kardelen gülümseyiverir. Bir eşyanızı kaybettiğinizde "hiç bulamıyorum Allah kahretsin " türü sözler söylediğinizde kendinize zarar verirsiniz mesela ben geçtiğimiz hafta anhtarımı kaybetmiştim saatlerce aradım ama bulamadım sonra rahat bir nefes aldım bu şekilde sinirli ve evhamlı olarak aramamın kafamı daha da meşgul edeceğini başımı ağrıtacağını düşündüm ve sakin düşününce mutlaka evde veya iş yerinde olmalı yarın sakince yeniden bakarım çıkmazsa daha sonra bir şekilde çıkar dedim,ertesi gün baktığımda yine yoktu, o zaman kendi kendime "eh ne yapalım bir kaç gün saklambaç oynayacakmış " şeklinde espiri yaptım. Saklambaç oynayan anahtar dün temizlik sırasında evde çıkıverdi .

Yukarıda "iyi şeyler düşünün iyi şeyler olsun" felsefemi bir kayıp eşya ile örneklemye çalıştım. Ama sonuçta bu tüm olaylar hakkındaki düşünceler için gerekli . Bu bir polyanacılık değil var olanı toz pembe görmek değil yani benim anlatmak istediğim yaşadığınız olayın yol açabileceği türlü olaylar arasında iyi olaylar olduğunu da görmek ve bunun için dua etmek. Tamamen karamsarlıktan kurtulmak çok zor (ben de bazen karamsar oluyorum malesef) ama bunu en aza indirmeliyiz. İyi şeyler düşündüğümüzde inanıyorumki kalbimiz de bunu destekleyecek ve inşallah ki iyi şeyler olacaktır.

Hep güzelliklerle yaşayın.

Pazartesi, Ekim 08, 2007

Duanın yolculukları

Bazen dua ederken şöyle hissediyorum: Gerçekleşmesini yürekten istediğimiz ve duasını ettiğimiz şeylerin, olma ihtimali kendiliğinden artıyor. Ve duasını ettiğim, hayalini kurduğum şey, beni gerçekliğe çok daha dolaysız bir biçimde yaklaştırıyor.

Dua ederken hissettiğim başka şeyler de var. Bazen bazı dileklerimi dudaklarımı kıpırdatarak tekrarlama gereği duymadığımı fark ediyorum. Çünkü yüreğimde daimi bir arzu yumağı dolanıyor gibi. Kesintisiz bir biçimde, sanki kalbime yazılmışçasına tekrarlıyorum onları, dudaklarımı oynatmadığım zaman bile. Yoğun kıpırtılar içinde, alev alev arzular halinde oluyorum.

İnsan bir şeyin olmasını istediğinde, ‘Ya Rabbim, lütfen bunu gerçekleştir’ diyor. Yani emir kipi kullanıyor. İbn Arabi’ye göre bir şey dilediğin zaman emir veren sen, emre itaat etmesi beklenen O olur. Rabbi ile kul arasında bir tersinden yol açılıyor belki de. Oysa bizim dilememiz Allah’ın (cc) dilemesinden asla bağımsız değildir. Bazen bizim kendimiz için istediğimiz ile O’nun bizim için takdir ettiği şey çakışıyor. Hayır olanı istemek böyle bir şey olsa gerek.

Kaderde ne yazıldığını, bir an sonra ne olacağını hiçbir zaman bilemiyoruz. Ama kaderimizi kendi irademizle seçmenin ne demek olduğunu, dualarımız kabul olduğu vakit anlıyoruz işte.

Sebepler ilminin ötesinde

Dua etmek, isterse tüm dilediklerimiz bu dünyayla sınırlı olsun, insanı sürekli olarak ‘öte dünya’ algısında tutuyor. Gönlümüzün derinliklerinden istediğimiz, yalvarıp yakardığımız bir şey, öncelikle bizim kalbimizde, dudaklarımızın arasında ve Rabbimizin huzurunda bir ses, bir söz ve bir anlam haline bürünmüş, bir bakıma farklı bir formatta gerçekleşmiş oluyor. Görünmeyen bir boyutun sırları açılmaya başlıyor bizler için. Bu dünyayla hemcins olmadığımızı sezmeye başlıyoruz. Ve en önemlisi: Neden sonuç ilişkilerinin ötesine geçebiliyoruz. Terk etmeye başlıyoruz sebepler ilmini.

Tedbircilik ihtiyacımızın saçmalığını ve nedenleri sonuca bağlayan mercii konumuna geldiğimizi sanmanın anlamsızlığını görüyoruz. Allah’ın (cc) bizim için uygun bulduklarından ve bizi görmek istediği halden öncelikle bizim razı olmamız gerekiyor. Bizim ‘kendimiz’ olmamızın anlamı şudur sanki: O’nun bizi görmek istediği gibi olmak. Evet ancak öyle olmaya başladıkça, bunun bizim için bir ‘doğru yol’ olduğunu hissetmeye başlarız.

O’ndan razı olmakla, en acil beklentilerimizi, en zapt edemediğimiz hırslarımızı, en ölümcül dileklerimizi putlaştırmaktan ve kendi nefsimizin tuzaklarına düşmekten kurtuluyoruz. Allah’ın rızasını isteyerek sevmeyi, üretmeyi, çalışmayı istemişsek, O’nun rızası için almayı, vermeyi, öfkelenmeyi, sevinmeyi dilemişsek, evet bu niyetimizde sahiciysek, O’ndan razı olmaya başlıyoruz zaten. O’nun da bizden razı olduğunu sezmeye başlamamız sanırım eşzamanlı bir hakikat.

Tabii şu da oluyor: O’nun rızasını istemek, en elzem arzularımızla, en olmazsa olmaz dileklerimizle bile aramıza bir mesafe koyuyor. O’nun rızasını aramak, bizi kendi nefsimizin rızasına götürecek her türlü arzudan uzaklaştırıyor kaçınılmaz olarak. Ne kadar takıntılı bazı isteklerimiz olduğunu ve bizi bu isteklerin hiç de güzelleştirmediğini fark etmeye başlıyoruz. Bu dünyaya ait hiçbir arzumuzun ‘son radde’de olmayabileceğini düşünüyor ve yaşadığımız hayatın hemen her anından razı gelmeye başlıyoruz. Ve: O’nun bizim için istediği şeylerin, yani olacak olanların ‘hayır’ olduğuna teslim oluyoruz giderek.

Nihayetinde insanın bu dünyayla sınırlı olmayan nitelikleri var. Hayır ve şerrin ne olduğunu burada öğrenmeyebiliriz, adaletin ilahi boyutu da burada gerçekleşmeyecek bizler için. Bu durumda O’nun rızasını, bu dünya için istediğimiz her şeyde aramak mümkün. Kısacası burada, buraya sığmayan bir şuurla, buraya sığmayan bir yürekle varolduğumuzu hatırlayabiliriz.

Cennet beklentisi. Evet, dualarımızın gerisinde, bizi bu dünyada taht kurmaktan kurtaran, kâinata fırlatan, giderek öte dünya algısına, gayb sırlarına doğru yollara düşüren arzularımız vardır. Geldiğimiz yeri özlemek, ait olduğumuz yere dönmeyi ezeli tabiatımızla beklemek gibi. Bu yüzden umutsuzluk yasaklanmıştır bize. Umutsuzluk, O’nun yerine kaderin ne olacağına hükmetmek demektir çünkü. Oysa bu bize düşmez. O’nun rahmetinin her şeyi kapsadığını bilmekle yükümlüyüz biz.

Cemalini istemek

Allah’ın (cc) merhametini, bağışlayıcılığını istemek, dua etmek, bizi O’na yaklaştırır aynı zamanda. Umut ile korku arasında sallanıp dururken, bir gün huzura kavuşacağımızı, O’nun cemalini bize göstereceğini düşünür ve tüm dualarımızın ardındaki hayrı kucaklamaya hazırlanırız. Bu dünya telaşında isteyeceğimiz şeylerle sınırlı olmadığımızı, devam edeceğimizi hissederiz.
Yavaşlar, durgun sular gibi duruluruz giderek. Güzelleşir, güzel şeyler dileriz. Lanetlerden, beddualardan, bencilce isteklerden, hırslardan koparız. Eşyanın, dünyanın, insan yüzünün veya bir ağaç dalının yalın halini görmeye, sevmeye başlarız. Akıl yürütmelerle, neden sonuç ilişkileri, olasılık hesaplarıyla değil, kalple okumaya başlarız hakikati. Adeta bir nefes üflenmiştir bize. İki konuşma arasında uzayacaktır sonsuzlukları her birimizin. Duanın görünmez yolculukları sürmektedir…

*Leyla İPEKÇİ (Alıntıdır)

Cuma, Ekim 05, 2007

Yılın Fotoğrafları -2-










"Yılın foto ropörtajı" ödülünü Zaman Gazetesi'nden Kürşat Bayhan'ın Lübnan'da çektiği "Ağlayan Şehir Beyrut" adlı seri fotoğrafları aldı. Bayhan bu fotoğraflarla "Yılın basın fotoğrafı ödülünün de sahibi oldu.



" Yılın spor fotoğrafı" ödülünü Erhan Güven'in çektiği "Kanım Yerde Kalmayacak" adlı fotoğrafı aldı .


















"Yılın Siyaset fotoğrafı" ödülünü Takvim Gazetesi'nden Alper Yurtsever'in çektiği Milli Eğitim Bakanı Çelik'in çoraplarını konu alan "Kartvizit Çorap" adlı fotoğrafı aldı.












Perşembe, Ekim 04, 2007

Ödüllü Fotoğraflar -1-



DHA Ankara bürosundan Ümit Kozan'ın "Ak güvercinin Karaoğlan'a Vedası" adlı fotoğrafı JTI özel ödülüne layık görüldü

"Yılın Çevre fotoğrafı" dalında DHA'dan Göksel Yapar'ın "Yetişin Komşular" adlı fotoğrafı ödüle layık görüldü





Spor Fotoğrafı" dalında AA'dan Tolga Adanalı'nın "Kafa Topuna Yanlış Zamanlama" adlı fotoğrafı övgüye değer bulundu




Serbest muhabir Aykut Fırat'ın "Çöpte Uyku" adlı fotoğrafı JTI özel ödülüne layık görüldü


















Mustafa Pekcan Özel Ödülü'nü" Suphi Kaya'nın "Kurtarılan Miras" adlı fotoğrafı kazandı