Cumartesi, Kasım 24, 2007

PEARL HARBOUR, ANKARA GEMİSİ, ÇORLULU ALİ PAŞA CAMİİSİ ŞADIRVANI...




Pearl Harbour'u bilirsiniz herhalde..
Bilmeyenlere de geçen yıllarda filmi öğretti. Japon uçakları Amerikan donanmasını bir sabah ansızın bastılar ve tam 96 zırhlıyı batırdılar...

Oysa Hawaii'deki bu limanda, 97 donanma gemisi vardı..

Birine dokunmadılar. ..

Niye?...

Çünkü o geminin tepeden bakılınca bembeyaz görünen güvertesinde bir kızıl haç vardı... O hastane gemisi idi... Bombalar ve kamikazelerle dalan Japon uçakları hastane gemisine dokunmadılar. Çünkü o gemi orada, öldürmek değil, yaşatmak için demirliydi.. .

Adi Solace...

Türkçesi Teselli... Üzüntü azaltan...

Solace savaş boyu Amerikalı annelerin üzüntüsünü azalttı. Tam 25 bin genci ölümden kurtardı, Amerika'ya taşıdı... Ülke limanlarına her gelişinde, umutla umutsuzluk karmaşasındaki kafaları
ile anneler iskeleye koştular...

"Benim oğlum da geldi mi?.."

Savaş sonrası hayatlarını Solace sayesinde kurtaran gençler bir dernek kurar ve bir madalya yaparlar... üzerinde Solace'nin kabartması olan bir madalya... Ve bunu gururla takarlar...

Devlet rahatsız olur... İkinci Dünya Savaşı'ndan böyle savaş karşıtı bir sonuç çıkar mı?..
Solace gemisini yok etmeye karar verirler... Gemi sapasağlam... Pırıl pırıl... Jilet olur mu?..

Savaş sonrası yere serilmiş ekonomi her dolara muhtaç... Uzak bir ülkeye satarlar.. Makyajını değiştirip bambaşka bir amaçla kullanması için...

O uzak ülke Türkiye...

Yok yahu!..

O gemi, ünlü "Ankara"!..

Hastane gemisinden transfer gezi gemisi Ankara...

Vay canına!..

Türkiye, bugün Amerikalılar için belki de hac yeri olacak, Gelibolu'nun Anzaklar'ı çektiği gibi bir turizm anıtına dönüşecek Solace'nin kıymetini bilmez..
Şefik Kaptan'la yaptığı Avrupa seferleri dillere destan olan Ankara sonunda ihtiyarlar ve jilet yapılmak üzere hurdacılara teslim edilir...

1980'li yılların başında Ankara, İzmir'de sökülürken, yılların söktüğü bir eski anıt da İstanbul'da dikilmektedir. Haliç Tersanesi'ndeki Çorlulu Ali Paşa Camisi'nin Şadırvanı...

Restorasyon gelir çatıda takılır... Çatı kurşun... Kıtlık yılları..

Kurşun yok...

Etibank dahi geri çevirir...

"Kurşun yok..."

Şadırvan çatısız kalacak...

Dört bir yana duyururlar.. .

"Kimde kurŞun varsa..."

Aliağa'da Ankara'yı söken hurdacılardan haber gelir...

"Gelin bizde var, alın..."

Bre aman...

Gemide kurşun olmaz... Ankara'da niye olsun...

Çaresizler ya... Gider bakarlar...

Gerçekten Ankara'nın sayısız kamaralarından biri, tamamen kurşunla kaplı...

Niye?...

Çünkü burası Solace'nin röntgen odası... Radyasyonun dışarı sızmaması lazım...

Şimdi yolunuz Haliç'e düşerse, Zorlulu Ali Pasa Şadırvanından bir tas su içerseniz, ya da yüzünüze iki avuç su atarsanız serinlemek için, unutmayın...

Çatısına da bakın... Orada, ikinci Dünya Harbi'nde, Pearl Harbour'da Japonlar'ın batırmadığı tek gemiden bugüne kalan son izleri göreceksiniz. ..

Sunay AKIN

Pazartesi, Kasım 12, 2007

800. Doğum Yıldönümğnde Mevlana-1

BAŞKA BİR ŞEY BİLMİYORUM

Mevlânâ'nın talebelerinden biri, hac vazîfesini yapmak üzere Hicaz'a gitti. O Hicaz'da iken, evinde hanımı, Arefe gecesi bir tepsi helva yapıp, Mevlânâ'nın talebelerine gönderdi. Mevlânâ, helvayı kabûl edip, orada bulunan bütün talebelerine bizzat kendi eliyle taksîm etti. Herkes hissesine düşeni aldığı hâlde, tepsiden hiçbir şey eksilmedi. Alanlar tekrar aldılar, doyuncaya kadar yediler, yine eksilmedi. Bunun üzerine helvâ dolu tepsiyi Mevlânâ mübârek eline alıp; "Bu tepsiyi sâhibine göndereyim." diyerek dışarı çıktı. İçeri girdiğinde, elinde tepsi yoktu. Ertesi gün helvayı getiren hanım, tepsisini medresenin mutfağında arattı, ancak, bulamadı. Mevlânâ'yı da bunun için rahatsız etmedi.
Aradan günler geçti, hacca gidenler dönmeye başladılar. Bu hanımın da beyi Kâbe'den dönüp Konya'ya geldiğinde, o tepsi, eşyâlarının arasından çıktı. Kadın tepsiyi görür görmez tanıyıp, hayretinden dona kaldı. Beyine; "Ben Arefe gecesi bu tepsi ile helva yapıp Mevlânâ'nın talebelerinin yemesi için göndermiştim. Tepsiyi ertesi günü arattığım hâlde bulamadım. Nasıl oldu da bu tepsi senin eline geçti?" deyince, şaşırma sırası hacıya geldi. O da; "Arefe gecesi hacı arkadaşlarımla oturup sohbet ediyorduk. Bir ara çadırın kapısından bir el bu tepsiyi uzattı. Biz de tepsiyi aldık, elin sâhibini araştırmak da aklımıza gelmedi. Helvayı yedikten sonra tepsiyi tanıdım. Kimseye vermeyip eşyâların arasına koydum. Başka bir şey bilmiyorum." dedi. Bunun Mevlânâ'nın bir kerâmeti olduğunu anlayınca, ona olan bağlılıkları daha da arttı.

Pazartesi, Kasım 05, 2007

Sosyal Fobide Olumlu ve Yapıcı Düşüncenin Önemi


Beynimizin çalışması bir bilgisayar gibidir. Bilgisayarın çalışmasını ve çeşitli fonksiyonları yürütmesini sağlayan ona yüklenen yazılımlar ya da programlardır. İşte, insan beyni de böyledir. Ona "kötü olacak" programını yüklediyseniz, beyniniz davranışlarınızı bu programa göre ayarlayacaktır. Yüklediğiniz program "her şey güzel olacak" programı ise beyniniz başarmanız için sizinle işbirliği yapmaya başlayacaktır. Durmaksızın çalışan beyin, yeryüzünün en gelişmiş bilgisayarının bile ulaşamadığı bir kapasiteyle yüz milyonlarca bilgi birimini değerlendirir. Sınırları halen tam olarak çözülemeyen insan beyni ile ilgili yakın zamanda edinilen şöyle bir bilgiden bahsedelim: Nörofizyologlara göre beyin attığımız her adımı yarım saniye önce kararlaştırıyor. Ama unutmayalım ki beyni çözen de insandır. Biz de beynimizin alıp uygulayacağı kararları yönlendirebiliriz. Yani, beynimizi kendi istediğimiz ölçüde çalıştırabilir, düşüncelerimizi ayarlayabilir ve bazı faaliyetleri yönlendirebiliriz. Tüm bunları -bir ölçüde de olsa- yapabilmenin yolu doğru bilgi ve düzenli çalışmadır.


Beyin ve insan faaliyetleri üzerine yapılan pek çok araştırma vardır. Dr. Martin Sealment’ın yaptığı araştırmalar, iyimserliğin ve pozitif düşüncenin okulda, sporda, iş hayatında ve insan ilişkilerindeki başarıda çok etkin rol oynadığını ortaya koymuştur. Bir çok şeyin sırrı “olumlu düşünce”dedir. Olumlu düşünen insanlar genel olarak IQ seviyelerinin üst sınırına kadar ulaşmakta, kötümser olan insanlara göre daha sağlıklı bir yaşam sürmektedirler. Beyin aynı zamanda vücuttaki kimyasal dengeleri sağlayan merkez de olduğu için olumsuz düşünceler vücudumuz için gerekli kimyasalların üretimini sekteye uğratır. Ayrıca, araştırmalar iyimser insanların kötümser insanlara göre daha fazla yaşadığını da göstermektedir.


Yeryüzünde yaşayan her bireyin düşünce içeriği ve yapısı birbirinden farklıdır. Bazen insanların düşünceleri birbirine bir parça yaklaşır, biri diğerini andırır ama çoğunlukla kişiler arasında düşünce boyutunda birtakım çatışmalar olur. Buna karşın olumlu ve yapıcı düşünen insanlar bulundukları çevreye farklı bir tat verirler. Bunu fark eden diğerleri daima o tadı yayan kişilerin etrafında toplanırlar. Pek çoğumuz böyle ilgi toplayan kişilere şahit olmuşuzdur.


Eğer insan kendisinin farkındaysa kişiler arası iletişimde ne derece etkili ve uyumlu olduğunu fark edebiliyorsa bu farkındalığı olumlu yönde kullanabilir. Fakat bazı insanlar olumlu, yapıcı ve yaratıcı düşünceye sahip olsalar bile bu özelliklerini açığa çıkaramayabilir. Bunu kullanabilmek insanın insana açık olmasına, açık düşünebilme yeteneğine sahip olmasına bağlıdır. Kimi insanlar duygu ve düşüncelerini dizelere yansıtır, kimi ise kendi içinde; kendisinden başka kimsenin giremediği yüreğinde saklar. Birçok sosyal fobik kendi dizelerini yüreğine yazarken, ya kısmen çevreden uzaklaşır ya da kendisini tamamen kapatır. Evinden çıkmak istemez, yeniliklere başlamada zorluk yaşar; yani adaptasyon güçlüğü çeker. İlklerde zorlanma daima kişinin bir sonraki adımda yaşayacağı endişeyi arttırır, olumlu tepkiler yerine olumsuz ve sıkıntıyı daha da çoğaltan tepkileri ortaya çıkarır.
*http://www.donusumkonagi.net adresinden alıntıdır.