
Cuma, Eylül 25, 2009
ELMA TADINDA DÜNYA

Salı, Ağustos 25, 2009
Paulo Coelho’dan mektup

> 23.03.2003
/>
/> Çok teşekkürler ‘büyük’ lider George W. Bush.
/>
/> Saddam Hüseyin'in ne büyük tehlike olduğunu herkese gösterdiğiniz için çok teşekkürler.
/>
/> Yoksa çoğumuz onun kendi halkına karşı, Kürtlere ve İranlılara karşı kimyasal silah kullandığını unuturduk. Hüseyin kana susamış bir diktatör ve günümüz dünyasında şerin en açık emsali. Ama size müteşekkir olmamın tek sebebi bu değil. 2003'ün ilk iki ayında, dünyaya daha pek çok önemli şeyi de gösterdiniz, minnetarım size. Bu nedenle, çocukken öğrendiğim bir şiirin hatırına, size teşekkür etmek istiyorum.
/>
/> Türk halkının ve parlamentosunun 26 milyar dolar için bile satılık olmadığını herkese gösterdiğiniz için tesekkür ederim.
/>
/> İktidardakilerin aldığı kararlarla halkların istekleri arasındaki uçurumu dünyanın gözleri önüne serdiğiniz için tesekkür ederim. Jose Maria Aznar'in ve Tony Blair'in aldıkları kararlarla en ufak saygınlıkları kalmadığını, bu oyların onlar üzerinde azıcık olsun baskı yaratmadığını açığa çıkardığınız için teşekkür ederim. Aznar, İsponyalların % 90'ının savaşa karşı olduğunu mükemmel bir şekilde görmezden gelebiliyor ve Blair'in de İngiltere'de son 30 yılın en büyük gösterisi gerçekleştikten sonra kılı bile kıpırdamıyor.
/>
/> Teşekkür ederim; Tony Blair'i İngiltere parlamentosuna 10 yıl önce bir öğrenci tarafından yazılmış düzmece bir dosyayla gitmeye ve "İngiliz Gizli Servisi'nin derlediği yakıcı kanıtları" sunmaya mecbur bıraktığınız için.
/>
/> Tesekkür ederim, Colin Powell'in bir hafta sonra Irak'taki silah denetçilerinin başkanı Hans Blix'in kamuouyu önünde gerçekliğini sorgulayacağı fotoğrafları Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne gösterip kendini aptal duruma düşürmesine izin verdiğiniz için. Hâlihazırdaki pozisyonu benimseyip, böylelikle Güvenlik Konseyi oturumunda Fransa Dışişleri Bakanı Dominique de Villepin'in savaş karşıtı konuşmasının alkışlarla karşılanmasını garanti ettiğiniz için de tesekkür ederim.
/>
/> Bildiğim kadarıyla böyle bir olay Birleşmiş Milletler tarihinde sadece bir kez, Nelson Mandela'nın konuşmasından sonra yaşanmıştı.
/>
/> Teşekkür ederim, çünkü savaştan yana gösterdiğiniz onca çabadan sonra, normalde bölünmüş olan Arap ulusları, ilk kez Şubat sonunda Kahire'deki toplantıda her tür istilayı oybirliğiyle kınadılar. "Birleşmiş Milletler şimdi etkin bir kurum olduğunu gösterme şansına sahip" sözlerine yer verdiğiniz konuşmanız için de teşekkür ederim. Bu açıklamanız, en isteksiz ülkelerin bile Irak'a her tür saldırıya muhalif bir pozisyon almalarını sağladı.
/>
/> İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw'in 21. yüzyılda "bir savaşın ahlaki meşruiyeti olabilir" demesini ve tüm itibarını kaybetmesini sağlayan dış politikanıza da müteşekkirim. Birleşme mücadelesi veren Avrupa'yı bölmeye çalıştığınız için teşekkür ederim. Bu uyarınız dikkatlerden kaçmayacak.
/>
/> Bu yüzyılda şu ana kadar pek az kişinin başarabildiği bir şeyi yaptığınız için teşekkür ederim: Tüm kıtalardan milyonlarca insanı -sizinkine karşı da olsa- aynı fikir için mücadele etmek üzere bir araya getirdiniz.
/>
/> Bize sözlerimizin duyulmasa bile en azından ifade edilebileceğini bir kez daha hissettirdiğiniz için -ki böylece gelecekte daha güçlü olacağız- teşekkür ederim.
/>
/> Bizi görmezden geldiğiniz, kararınıza karşı çıkan herkesi marjinalleştirdiğiniz için teşekkür ederim, çünkü yerkürenin geleceği dışlananlara ait.
/>
/> Teşekkür ederim, çünkü siz olmasaydınız, harekete geçme yetimizin farkına varamayacaktık. Bu kez bizi hedefe ulaştırmasa bile, daha sonra işimize yarayacağına kuşku yok.
/>
/> Savaş davullarını susturmanın yolu yokmuş gibi göründüğüne göre, eski bir Avrupalı kralın bir istilacıya söylediği gibi, ben de size şunu söylemek istiyorum: "Sabahınız güzel olsun, güneşin ışıkları askerlerinizin zırhlarının üstüne olsun, çünkü günbatımında sizi yeneceğim!" Bizlerin, yani çoktan başlamış bir süreci durdurmak için sokakları dolduran isimsiz insanlar ordusunun, güçsüz olmanın nasıl bir şey olduğunu hissetmemize ve bu duyguyu alt etmeyi öğrenip onu dönüştürmemize izin verdiğiniz için teşekkür ederim.
/>
/> Bunun için sabahın ve nasıl bir zafer getirecekse artık onun keyfini çıkarın.
/>
/> Bizi dinlemediğiniz için ve bizi ciddiye almadığınız için de teşekkür ederim, ama bilin ki biz sizi dinliyoruz ve söylediklerinizi unutmayacağız.
/>
/> Teşekkürler büyük lider George W. Bush.
/> Çok teşekkür ederim.
/>
/> Paulo Coelho
Işık Menderes - Aldatmayan Aynalar
Sevecen insan sevecen bir dünyada yaşar. Düşman insan düşman bir dünyada yaşar. Karşılaştığınız herkes sizin aynanızdır.
Ken Keyes, Jr.
Dünya okulundan bilinçlenerek ayrılmaya karar verenler, kendilerine dönüp, kendilerini anlamaya çalışmanın zorluğunu bilirler. Eflâtun'un mağrasındaki insanlara benzememek; cehaletin zincirlerini kırıp, duvara yansıyan gölgelerin gerçek olmadığını, arkada yanan ateşe dönüp bakabilmek cesaretini göstermekle başlar. Karanlıktan çıkıp, güneşin köreltici aydınlığına alışabilmek tahammül ve sabır gerektirir. Sebat, cesaret ve dürüstlük, insanın ruhunda başlattığı keşif ve yüzleşmenin malzemeleridir.
Metafizik felsefede hakim olan, 'dış dünyada farkedilen, içsel dünyanın aynasıdır' görüşü ruhsal gelişmenin olduğu kadar, ruhani anlayışın da önemli bir basamağıdır. Başkalarında takdir ettiğimiz her vasıf, tepki gösterdiğimiz her hareket, aynısının içimizde mevcut olduğunu gösterir. Kendimizde olmayan bir niteliği başkasında sezemeyiz, farkedemeyiz. Ve fakat, çoğumuz böyle düşünmeye alışık değiliz. Alıştırılsaydık, çektiğimiz, çektirdiğimiz acıların kaynağını sadece kendimizde arayabilecektik. Sorumluluğunu taşıyabilecektik. Olgunluğunun keyfini sürebilecektik.
Gelin, bu prensibi deneyimleyin? Göreceksiniz ki, çekim yasası sayesinde evrenin kendimizi tanıyabilmemiz için yolumuza çıkarttığı insan ve olayların hepsi birer ayna? Arkadaşımızda, sevgilimizde, ailemizin herhangi bir ferdinde farkederek, hayranlık duyduğumuz bir kabiliyet; keşfedilmeyi bekleyen yeteneğin varlığını belirtir.
O potansiyele sahip olduğumuzu müjdeler.
Madalyonun tersi, başkalarında hoşumuza gitmeyen, bizi sinirlendiren, rahatsız eden vasıfların da sinsice içimizde saklandığını gösterir. Bakmaya tahammül edemediğimiz, yada varlığını itiraf etmekten korktuğumuz, bazen de farkında bile olmadığımız nitelikleri zerafetle kabullenebilmenin güzel bir formülü var.
Ruhani kavramlarlardan uzak, milyonlarca Amerikalı gibi normal bir yaşam sürerken, 43 yaşında geçirdiği depresyon sonucu 'tesadüfen' aydınlanan Byron Katie, 'The Work' (Çalışma) adını verdiği bir metod keşvediyor. Katie, tüm dünyayı dolaşarak, 'Komşunu yargıla, bir kağıda yaz' söylemiyle izah ettiği yönteminde şu soruların yanıtlandırıldıktan sonra tersine çevrilmesi gerektiğini vurguluyor : Sizi üzen, sinirlendiren kim veya nedir? Ondan ne yapmasını bekliyorsunuz? Mutlu olabilmeniz için size vermesi veya yapması gereken şey nedir ? Onun nasıl değişmesini arzu ediyorsunuz ? O ne yapmalı, ne olmalı, neler düşünüp, neler hissetmeli ? Onun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yazdığınız, 'Ahmet beni üzüyor. Bana sinirleniyor. Beni suçluyor?' cevabını, bir veya iki kez tersine değiştireceksiniz: "Ben Ahmet'i üzüyorum. Ben beni üzüyorum. Kendime sinirleniyorum; Ahmet'e sinirleniyorum," gibi. İstisnasız bütün ilişkilerimizin kendimizi daha iyi anlayıp sevebilmemiz için verilmiş armağanlar olduğunu keşfedebilmeniz için sizleri www.thework.org ile başbaşa bırakıyorum. Emin olun, çok eyleneceksiniz. ___________________________
i.menderes@free.fr *Bu yazı Radikal Gazetesi Cumartesi ekinde ve Açık Gazetede yayımlandı.
Ken Keyes, Jr.
Dünya okulundan bilinçlenerek ayrılmaya karar verenler, kendilerine dönüp, kendilerini anlamaya çalışmanın zorluğunu bilirler. Eflâtun'un mağrasındaki insanlara benzememek; cehaletin zincirlerini kırıp, duvara yansıyan gölgelerin gerçek olmadığını, arkada yanan ateşe dönüp bakabilmek cesaretini göstermekle başlar. Karanlıktan çıkıp, güneşin köreltici aydınlığına alışabilmek tahammül ve sabır gerektirir. Sebat, cesaret ve dürüstlük, insanın ruhunda başlattığı keşif ve yüzleşmenin malzemeleridir.
Metafizik felsefede hakim olan, 'dış dünyada farkedilen, içsel dünyanın aynasıdır' görüşü ruhsal gelişmenin olduğu kadar, ruhani anlayışın da önemli bir basamağıdır. Başkalarında takdir ettiğimiz her vasıf, tepki gösterdiğimiz her hareket, aynısının içimizde mevcut olduğunu gösterir. Kendimizde olmayan bir niteliği başkasında sezemeyiz, farkedemeyiz. Ve fakat, çoğumuz böyle düşünmeye alışık değiliz. Alıştırılsaydık, çektiğimiz, çektirdiğimiz acıların kaynağını sadece kendimizde arayabilecektik. Sorumluluğunu taşıyabilecektik. Olgunluğunun keyfini sürebilecektik.
Gelin, bu prensibi deneyimleyin? Göreceksiniz ki, çekim yasası sayesinde evrenin kendimizi tanıyabilmemiz için yolumuza çıkarttığı insan ve olayların hepsi birer ayna? Arkadaşımızda, sevgilimizde, ailemizin herhangi bir ferdinde farkederek, hayranlık duyduğumuz bir kabiliyet; keşfedilmeyi bekleyen yeteneğin varlığını belirtir.
O potansiyele sahip olduğumuzu müjdeler.
Madalyonun tersi, başkalarında hoşumuza gitmeyen, bizi sinirlendiren, rahatsız eden vasıfların da sinsice içimizde saklandığını gösterir. Bakmaya tahammül edemediğimiz, yada varlığını itiraf etmekten korktuğumuz, bazen de farkında bile olmadığımız nitelikleri zerafetle kabullenebilmenin güzel bir formülü var.
Ruhani kavramlarlardan uzak, milyonlarca Amerikalı gibi normal bir yaşam sürerken, 43 yaşında geçirdiği depresyon sonucu 'tesadüfen' aydınlanan Byron Katie, 'The Work' (Çalışma) adını verdiği bir metod keşvediyor. Katie, tüm dünyayı dolaşarak, 'Komşunu yargıla, bir kağıda yaz' söylemiyle izah ettiği yönteminde şu soruların yanıtlandırıldıktan sonra tersine çevrilmesi gerektiğini vurguluyor : Sizi üzen, sinirlendiren kim veya nedir? Ondan ne yapmasını bekliyorsunuz? Mutlu olabilmeniz için size vermesi veya yapması gereken şey nedir ? Onun nasıl değişmesini arzu ediyorsunuz ? O ne yapmalı, ne olmalı, neler düşünüp, neler hissetmeli ? Onun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yazdığınız, 'Ahmet beni üzüyor. Bana sinirleniyor. Beni suçluyor?' cevabını, bir veya iki kez tersine değiştireceksiniz: "Ben Ahmet'i üzüyorum. Ben beni üzüyorum. Kendime sinirleniyorum; Ahmet'e sinirleniyorum," gibi. İstisnasız bütün ilişkilerimizin kendimizi daha iyi anlayıp sevebilmemiz için verilmiş armağanlar olduğunu keşfedebilmeniz için sizleri www.thework.org ile başbaşa bırakıyorum. Emin olun, çok eyleneceksiniz. ___________________________
i.menderes@free.fr *Bu yazı Radikal Gazetesi Cumartesi ekinde ve Açık Gazetede yayımlandı.
Perşembe, Nisan 16, 2009
PENCERE

Genc bir cift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine tasinmislar. Sabah kahvalti yaparlarken, komsu da camasirlari asıyormuş. Kadın kocasına ' Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor.' demiş. Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş.
Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah aynı yorumu yapmaya devam etmiş.
Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış 'Bak' demis kocasına ' Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti acaba ?'
'Ben bu sabah biraz erken kalkip penceremizi sildim' diye cevap vermis kocasi.
Hayat boyle degil midir ?
Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve hemen yargılamaya davranmadan önce zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olanı görmeye hazır olup olmadığımızı farketmek güzel bir fikir olabilir ...
Asrın mütefekkirinin de söylediği gibi
Güzel gören, güzel düşünür.
Cumartesi, Şubat 07, 2009
Kayıp Aranıyor
Bir canlı vardı; birçoğu ona su kaplumbağası diyordu ama onun bir adı vardı. Rıfkı... Sıradan bir su kaplumbağasından öte idi, onun duyguları olabileceğine ve davranışlarının bir nedeni olacağına inananlar için. Ama malesef 2 aydır RIFKI aramızda yok. Depresif bir dinlenme vaktinde kendini kaybettirdi. Arkasında "ne zaman gelecek, yine şirinliklikler yapacak mı?" diye bekleyen Nazlı'yı bıraktı. Nazlı gözlerime bu sorularla anlamlı anlamlı baktığında cevap veremiyorum. Gel artık Rıfkı....
Pazartesi, Ocak 05, 2009
Karikatürlerle Filistin
HANZALA KİMDİR?
Hanzala kendini şöyle tanımlar:“Adım: Hanzala,Babamın adı: Önemli değilAnnemin adı: Nakba (Filistinliler işgalin ardından Filistin topraklarında İsrail Devleti’nin ilan edildiği 15 Mayıs 1948'i Nakba yani büyük felaket günü olarak tanımlar)Kız kardeşimin adı: FatımaAyakkabı numaram: Bilinmiyor, çünkü ben hep yalın ayakla dolaşırım.”
çizerin bütün çizgilerinde bir sembol olarak Hanzala’yı insanlar hep arka cepheden ve yamalı elbiseleri ile görüyorlardı ..Hanzala’nın etkisi o kadar güçlü idi ki, İsrail, kendisine en az çocukların attıkları sapan taşları kadar büyük zarar veren bu çizgi karakterin çizerini ortadan kaldırmakta görüyordu çareyi..Kendisini bir karikatür sanatçısı olmaktan çok, halkının davasına adamış isim olarak yaşamayı tercih eden Naci El Ali, takvimler 22 Temmuz’u gösterirken, Londra’da bir caddede bedenine saplanan mermilerle yere yığıldı.Yaralı olarak en yakın hastaneye kaldırıldı. Bir ay süreyle hastanede yaralı olarak tedavi gören Naci Ali, bütün müdahalelere rağmen kurtarılamadı ve 29 Ağustos 1987'de vefat etti. nzatopraklarından sürüldü. Filistin toprakları üzerine İsrail Devleti kurulduğunda, ailesiyle birlikte Lübnan’ın güneyindeki Sayda kenti yakınlarındaki Ayn-ül Hilva Mülteci Kampı’na sığındı ve canını kurtardı. Kampta her Filistinli gibi acılar içinde yaşadı. Ama çaresizliğe kapılmadı, zulme teslim olmadı.Ölümünden sonra Naci Ali “Kanı ile Filistin’i çizen sanatçı” olarak tanındı. Naci Ali, geride 40 bin eser bıraktı. Her çizgisinin altında sırtı okuyucuya dönmüş küçük bir çocuk vardır. Bu çocuk hep 10 yaşındadır. Çünkü Naci El Ali yurdundan kopartıldığında o yaşta idi. Diken diken olmuş saçlarıyla Hanzala, Filistin dramını haykırır dünyaya.HANZALA.. Filistinli, yüzünü göstermeyen çocuk...








Kaydol:
Kayıtlar (Atom)