Bu yazının ana fikrini daha önce başka bir yazı içinde ve başka yayınlarda paylaştım. Paylaştım ama yaşananları gördükçe özellikle 'düşen kur ve sıcak paranın katlanan kârını', bu farkı cebinden ödeyen bir Türk vatandaşı olarak, hırsım artıyor ve yaşananları herkese duyurmak istiyorum. Lütfen bu sesi duyun, lütfen bu detaylara çok dikkat edin. Bize 'yardım ediyorlar, müzakere ediyorlar, iş yapıyorlar' gibi görünse ve böyle pazarlansa bile doğru değil. Tek bir geçek var; onlar, sizler, bizler için hiçbir şey yapmıyorlar, tam tersi onların emeklilerine bizler bakıyoruz...
Nasıl mı?
Değerli dostlar, yukarıdaki cümle fazla iddialı gelebilir. Aslında hiç de öyle değil ve tamamen gerçek.
Hep birlikte açalım. Türkiye'de 1989 sonrası temeli atılan, 1994, 1999-2001 krizleri ve sonrasındaki süreçte Türkiye'ye tam olarak yerleştirilen 'sıcak para' modelinde gözden kaçan çok önemli bir ayrıntı var; Türkiye'deki her ücretlinin sırtında Avrupalı veya Amerikalı bir emekli var.
Hâlâ çok açık gelmedi. Biraz daha açık yazarak örnekleme metodunu kullanayım; bugün Yozgat ilimizdeki 'ücretli' Hasan bey, Yunanistan'da yerleşik 'emekli' Yorgo'ya bakıyor, Almanya'da oturan emekli Hans'a gelir aktarıyor.
Peki sistem nasıl çalışıyor?
1- Bugün Türkiye'deki finansal yapı; tamamen sıcak para üstüne kurulmuş 'dışarıdan akan paranın yüksek bir şekilde nemalandığı' ve 'kendi yararına' sistemin patlamasına yani 'cari açık, siyasi risk' gibi unsurların algılanmasına izin vermediği bir dinamik üzerine oturmuş durumda. Cari açık ve cumhurbaşkanlığı gibi riskler algılanmıyorsa, bu 'sistemden aşırı getiri sağlayanların' yapının bozulmasından duydukları kaygının 'gerçekleri' örtmesinden kaynaklanıyor.
2- Sıcak para tabanlı sistemlerde 'dalga boyu' düşer ama 'içerideki birikim' yani 'yerli tasarruf sahiplerinin varlıkları veya çalışanların katma değer ve ödedikleri vergileri' yurtdışından gelen 'sıcak para' tarafından emilir. Bu tespitler sonrası gelelim yukarıdaki iddiamıza; Avrupalı emeklilere Türkiye'deki çalışanlar nasıl bakıyorlar? Bunun için 2001/2007 yılları arasında dolar YTL'nin seyrine bakmanız yeterli.
Yunanistan'dan gelen bir emeklilik fonu 2003 Mart ayında Türkiye'de '1 milyon dolar' satmış (avro olarak da aynı hesap yapılabilir) ve karşılığında Hazine bonosu almış. Kur 1.30'lara gelince pozisyonunu kapatmış veya hâlâ pozisyonunu koruyor. Kur farkı ile dolar bazında getirisi o günden bugüne yüzde 100 seviyesinde. Daha açık ifadesi ile yıllık dolar bazında kur düşüşleri ile 'yüzde 20-25 dolar bazında getiri' sağlamış. Bu kazancı ile de 'kendi katılımcısı' olan Yorgo'nun maaşını ödemiş. Bugün hâlâ yıllık Türkiye'deki pozisyonlarından 'dolardaki kur farkı hariç' yüzde 14-25 arasında getiri sağlıyor. Bu noktada hemen soralım; bu paranın dolar bazında elde ettiği yüzde 100'e yakın getiri nereden geliyor? Cevap çok kolay; Türkiye'de çalışan, üreten kesimin sırtından.
Sonuç: Yukarıdaki 'çok küçük' bir örnekleme yaptım, ölçeği büyüterek detaylandırabilirsiniz. 1999-2007 Şubat arasında bu ülkeye giren sıcak para 'içeride çalışıp, didinen halkımın' sırtından, cebinden 'milyar dolarlar' kazandı. Bu mu ekonomik sistem? Bu mu bu halka biçilen değer? Bu para kimin cebinden çıkıyor?
Son söz: Lütfen bu yazıyı ulaşabildiğiniz herkese ulaştırın. Kurulan bu sıcak yapı içinde 'yer altı, yer üstü, insan, ekonomik, sosyal' kaynaklarımız transfer edilmeden, varlığımız 'hortumlanmadan' uyanalım... Not: Bu yazının benzerini başka yerlerde de aktardım ama inanın daha binlerce kez aktarmalıyız.
*Yiğit BULUT -12/04/2007 Radikal Gazetesinden olduğu gibi aktarılmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder