Cuma, Haziran 22, 2007

Bir ustadan , çırağına tavsiyeler...

* * * İbrahim Denizli'den İstanbul'a gelmis, ekmek pesine... Marifeti, kalemi... Bir arzuhalci yaninda ise girmis, asker mektubu yazar, isteyene portre cizermis. Adi “ressamci”ya cikmis.. Bakmislar ki, "ressamci" pek mahir, cizdiklerini Roben derler bir ustaya gostermisler. "Dalinda mektep adam"mis Roben... Bakmis cizimlere, "Evlat" demis, "Eger bu ise gonul vereceksen, pazarlari bizim eve ugra; bir iki saat calisir, laflariz."

2 yil her pazari Roben ustayla gecirmis İbrahim... Resim kadar, insanlik da ogrenmis.

* * *

2 yilin sonunda talebesini ugurlarken "iyi gidiyorsun ibrahim" demis Roben Usta, "...ama yetmez, daha da hizlan... "Agac cizme, kendi agacini resimle; deniz senin denizin, kadin senin kadinin; kullandigin her renkte senin tonlarin olmali. Bu yolculuk, bitmez tukenmez cesaret ile dev gibi inatlar ister." "Dunden kalmis ne varsa ogren, bil ve ona saygi duy. Fakat asla onu tekrarlama. Tekrar, tembelliktir; cesaret ve iddia eksikligidir. Alisilmis ne varsa senin dusmanin... "Simdi sen butun yildiz olmus ressamlari coze anlaya basamak basamak cikacak, sonunda sen de yorgun ama huzurla uzanip bir basamak olacaksin. Ardindan gelen nesiller seni de cikmak zorunda kalacak. "Bu boyledir, ibrahim!.. Sakin ola felanin fesmekanin cizdigi boktan hudutlari tanima, kir ve gec, yik ve git. Sanatkarin kanunu kendisidir. "'Halk begensin' deme sakin, birak halki... Hep onde ve yukarilarda ol. Sen ol yani... "Bir de parayi dusunme; isi guzel olani, para arar ve bulur. "Kimsenin cizmedigini cizecek, kimselerin dusunemedigini dusuneceksin. Kendine has fevkalade orijinal bir ruzgar, bir karakter yakalayana kadar bin kere kahrolmali, on bin defa mahvolmalisin. Gun gelmeli, imzan olmasa da 'iste bu, ibrahim'in eseri' diyebilmeliler. "Her gordugun resme “Ben daha mukemmelini yaparim” diye bakacaksin. “Benden iyisi yok”, diyeceksin… Senin ana kanunun bu olmali. "Bu konusan agzim degil, son 40 yilimdir."

* * * Bu altin ogutleri dinledikten sonra ustasinin elini opmus İbrahim... "Sizi hic unutmayacagim. Hangi mektebe gidersem gideyim, biliniz ki asil universitem sizsiniz" demis. Boya cantasini boynuna asip kanatlarini germis, Sanayi-i Nefise'ye girip buyuk ressam İbrahim Calli olmus.

Kaynak Kitap : Calli, Yazari :Gunduz AZAK. Evreka Yayinlari ( 2005)

CAN DUNDAR

Pazar, Haziran 17, 2007

Yeni Türkü - Bana Bir Masal Anlat (A.P.)

Biz uyusak ta hep yanımızda olan Babalarımıza ...

Hatırla Baba!

Onca emek, onca yorgunluk, bunca fazla mesai hep benim içindi, değil mi baba? Sen okuyamadın, ben okuyabileyim diye...

Hatırla baba!
Kolunu çevirdikçe merdanesinde ömrümüzü sıktığımız eski model bir çamaşır makinesi gibi zaman... Yıpranıyor işledikçe; tekliyor zorladıkça... Senin hafızan teklemesin diye hatıralar galerisinde bir hatırlatma denemesi yapmak istedim bugün baba... Böyle açık seçik, uluorta... Bağışla!
Kolunu çevirdikçe merdanesinde ömrümüzü sıktığımız eski model bir çamaşır makinesi gibi zaman... Yıpranıyor işledikçe; tekliyor zorladıkça... En yakın anlardan başlayarak ve en eski anıları ata mirası gibi sona saklayarak, unutmaya başlıyor insan belleği... Kaçınılmaz bu baba...Ama kabullenilmez de aynı zamanda...Geçen hafta, bir mezarlık ziyareti sonrası "Oradan bize de iki kişilik bir yer alsan" dediğinden beri bunun ne kadar dayanılmaz, ne kadar erken olduğunu düşünüyorum hep...Oysa daha ne çok şey var yaşanacak.Bak, ilk sözcüğü "dede" olan torunun beşinci sınıf karnesini getirdi dün... Ardı sıra kim bilir ne sürprizler gelecek; en çok seninle paylaşmak isteyeceğimiz...Sevgili doktorun Murat, yılgın bir bedenle, körelen bir bellekle baş etmenin çarelerini sıraladı:
Sigarayı kesmek... Bulmaca çözmek... Daha çok hareket... Bol sebze meyve, bol sosyal faaliyet... Anıları deşen, hafıza güçlendirici sohbetler...İşte o yüzden bu Babalar Günü'nde, böyle bir sohbete kapı açıyorum ve seninle birlikte bir hatıralar yolculuğuna çıkıyorum.
* * *
Hatırlasana, ilk oğul müjdesi geldiğinden beri birlikte ne uzun, ne engebeli, ne zevkli bir yol geldiğimizi...O oğula, en sevdiğin futbolcunun adını verdiğini...
Sen arkadaşlarınla doğum kutlamasındayken İncesu Deresi'nin taşıp evimizin sel sularına yenildiğini...
Başucumda sirkeye bulanmış bir bezle beklediğiniz o uzun ateşli geceleri...
O beğenmediğin ama ses etmediğin delikanlılık kıyafetlerini...
Sana pazar gecelerini zindan eden resim dersi ödevlerini...
Bir parti öncesi ilk senden aldığım dans derslerini...
Hayatın boyunca bir fiske dahi vurmadığın oğlun, senin kullandığın bir arabada trafik kazası geçirip alnından yaralanınca nasıl kahrolduğunu...
Hatırlıyor musun?Yolun karşısından gelen minibüs, aradaki kaldırımı aşıp bizim arabanın üzerine çıktığında motor, önde oturan annemle benim dizlerimize binmiş, ön cam benim alnımı parçalamıştı. Biz kanlar içinde hastaneye taşınırken seni öldü diye orada bırakmışlardı.Ayılıp hastaneye koştuğunda ben ameliyattaydım herhalde...O korkunç günlerde lunaparkta bir moral gezisinde, atlıkarınca üstünde bir fotoğrafımız var seninle...
Annem hastanede...
* * *
Ne çok felaket atlatmışız birlikte; Emniyet'in asayiş vukuatları raporu gibi belleğim...
Bir tatil yolunda da sandalımız batmıştı karanlıkta...
Biz dağılıvermiştik soğuk suda ve yine senin güvenli kolların yetişmişti imdada...
Nedense ilkin tatsız anılar üşüşüyor insanın zihnine; ama tatlılar daha çok elbette...
Anaokul yolundaki Sağlık Sokak dizboyu kar olurdu. Bir elim sende, biri annemde, bu ebeveyn salıncağının emin zincirine tutunarak "Uçtu uçtu" yapmak...
Benim için eğlence buydu.Sabahları kah Civan'ın ötüşüyle, kah senin sobanın dünden kalma küllerini döküşünün sesiyle uyanırdım. Pazartesi geceleri battaniyeyi çekip çekirdek çitleyerek "Radyo Tiyatrosu" dinlerdik.Ahmet amcalarda, Emin eniştemlerde, Güray'larda çalıp söyler, bir rakı sofrasında hayatın lezzetini, sohbetin hikmetini içimize çekerdik.İlk terzim senin terzindi; berberin, benim berberim.Senin sürdüğün kokuları sürüp senin sevdiğin türküleri sevdim.Senin tuttuğun takıma gönül verdim.Bizim lisenin bahçesindeki maçıma geldiğinde nasıl heyecanlanmış, gözüne girebilmek için fırsat kollamış, bir de gol atıp senden alkış alınca nasıl gururlanmıştım.
* * *
Ne ki senin "dairen" vardı her sabah gitmen gereken; neden "üçgen" ya da "kare" değil de "daire" olduğuna hâlâ akıl erdiremediğim, o asık suratlı kamusal kıskaç...
Sabah erkenden alırdı seni benden; akşam posanı çıkarmış halde geri gönderirdi.Hatırlasana baba, paltonda, dışarıdaki yorgunluğun, serinliğin gün boyu üstüne sinmiş kokusu olurdu.Onca emek, onca yorgunluk, bunca fazla mesai hep benim içindi, değil mi baba?Sen okuyamadın, ben okuyabileyim diye...
Sen babanı gönlünce sevemedin, ben hep seveyim diye...
Ne var ki, kazalar, ameliyatlar bırakmadı yakanı, yakanızı...
Ülkenin tarihi gibiydi hayatın; borç ödemekle başladı, hep taksit taksit yaşandı.Onca yılın fasılasız mesaisi bir arsayı zor aldırdı; araba, ev, ne mümkün?Çekilen eziyetin tek tesellisi bendim muhtemelen:"Oğlum okuyacak, adam olacak. Benim çektiklerimi çekmeyecek."Bütün bir kuşak, bunun için katlanmadı mı onca kahra baba?
* * *
Sonra ben gittim.Sizi benden önceki baş başalığınıza terk ettim.Bilmem tek çocukta kaldığınıza pişman oldunuz mu? Evin tek neşesi ayrılınca suskunlaşıp buruldunuz mu?Ama o gün bugündür, mezuniyet gününde, ödül töreninde, askerlik yemininde hep birlikte olduk seninle...
Yazılarımın en sadık okurusun sen; ben dualarının öznesi...
Nihayet onca yılın ardından şimdi huzurlu bir eviniz var başınızı sokacak...
Bir de torun; öpücüğü uğruna sana o vazgeçilmez bıyığını gözden çıkarttıracak...
Daha çok öpücük var onun stokunda...
N'olur bekle onları baba!
* * *
Bana vakfettiğin ömre karşılık bir "Kırmızı Bisiklet" hediye edebildim sana...
İki damla gözyaşıyla teşekkür ettin.Farkındayım, son zamanlarda daha sık bulutlanıyor gözlerin...
Eskiden duygularını bu kadar çok dışa vurmazdın sen...
Olsun! Ağlamak da yaraşıyor sana, gülmek kadar...
Yeter ki hatırla baba!Seni ağlatsa da hatırla!Bunca hızlı koştuysam biraz da sen o çileli ömrün bir ödülü olduğunu görebilesin, boşa gitmediğini hissedebilesin diyedir.Son yıllarda dilinden düşürmediğin "Çok şükür", ihtimal buna delalettir.Şükretmeyi, sabretmeyi, harama el sürmemeyi senden öğrendim. Misket oynamayı, bilek güreşi yapmayı, gusül abdesti almayı, ezan okunurken bacak bacak üstüne atmamayı, tıraş olmayı, kravat bağlamayı, kızları baştan çıkarmayı, aynı kiloda kalmayı, tabakta yemek bırakmamayı, rakıyı ölçülü içip sofrada dağıtmamayı, parayı kafaya takmamayı, insan olmayı baba, insan olmayı senden öğrendim ben...
Farklılıklarımız da var:Senin kadar şık olamadım hiç.Sen hiç bir işe el sürdürmediğinden ev işlerinde senin kadar becerikli de olamadım. Bir yere giderken bavula konulacakların listesini üç gün öncesinden hazırlamayı, randevum varsa buluşma yerine yarım saat öncesinden varmayı beceremedim. En kritik kararlarıma seni ortak edemedim.Ama senden farklı olarak ben babamı çok sevdim.Bunu hiç unutma baba!

*Can DÜNDAR

Çarşamba, Haziran 13, 2007

Mesneviden

Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında.

Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde ya�amak istemediklerini, nasıl olup da bir 'yabancı' yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini.

Biri karga, biri leylek... O kadar farklıdır ki kuşlar. İhtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine.
Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle.

Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında tutunamayanlar. O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan.

Topal kuşlar birbirlerinin 'arıza'larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine. En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. Aynı şekilde zengin, ayni şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir uçar, söner. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran...
Mesnevi'den

Pazar, Haziran 10, 2007

Fotoğrafın Dili- Liberya


2004 Pulitzer ödüllü bir fotoğraf Los Angeles Times 2003 ten :Ester Burges, 6, Sarrah Barbar, 7, ve Sabay Ndebe, 5 bir kovaya doldurulmuş soğuk sudan banyo yapıyor. Resmi kayıtlara göre Liberya da 10.000 den fazla çocuk öksüz kalmış durumda.

Beyaz bir ip

Ucundan bir tırtılın yeni dokuduğu ipek bir ip sallanan anahtarı kalbime sapladıktan sonra içimden sisler fışkırıyor, sislerin yere daha yakın oldukları yerlerde endülüs?ün arka sokakları gizli; bir flamenco?nun ateşini ve hüznünü barındıran, bir gemi sireni kadar pervasız, korent boğazının fütursuz sirenleri kadar edepsiz bu sokaklardan gelen rayihalarla sisleri aldatmaya çalışıyorum. Odanın kapısında kitaplarımın kapaklarından toplanmış tüm boyalar bir gemi güvertesinde duran ayaklı mermer bir küvetin içinde fısıldaşarak beni bekliyor. Renkler bir tığ ile örülen girift bir dantel gibi beni yıkamak için gitgide sarmalllaşıyor. Tutkularım kendilerini benden azat etmiş, bir kayıkçının küreği misali küvetin içinde o anlaşılmaz ritimleriyle kürek sallıyorlar girift desenlere. Üzerimdeki sanskritçe alfabeyi çıkarıp fırlatıyorum başka güneş sistemlerine.
.
Önümde tahta bir kapı beliriyor hafifçe itince bembeyaz ipek ipliklerle bezenmiş bir odaya gidiyorum. Burası benim aradığım oda değil, kelimelerimin peşinde kalbime bir anahtar saplı bambaşka bir odadayım durduk yerde. Ayağımı bastığım zemin bir gergefe işlenmiş kelt döneminden kalmış desenlerle dolu, nasıl olupta iplerin üzerinde bu kadar sağlam durduğuma şaşıyorum. Uçsuz bucaksız bilinmeyen bir toprak parçasında gibiyim, her yer bembeyaz iplerle sarmalanmış, arada dantellerden ağaçlar görür gibi oluyorum ama bu ipler diyarına gizlice göz kırpan güneşin gözümü kamaştırmasından başka bir şey değil. Elimi anahtarıma götürmeye kalktığımda bir bakıyorum ipek ip bembeyaz incecik bir kurdele olmuş, nereye uzayıp gittiği belli olmayan. Başka seçeneğim yok, geri çıkamam, buraya yazı yazmak için geldim. Çırılçıplak kalbimde bir anahtarla. Yürümeye başlıyorum. Zemindeki desenler her bir adımımla sanki yeni ilmek atılan bir tığ örgüsü gibi değişip duruyor. Nereye gideceğimi bilmediğim için başlıyorum desenlerin ardında yürümeye, tabii buna yürümek denirse. Desenler değiştikçe bilmediğim bir gezegenin dansını eder gibi tuhaf hareketler yapmaya başlıyorum istemsizce. Kalbimden sarkan kurdelenin ucu hala ufukta yok, bir zaman sonra ne kadar zamandır burda olduğumun mefhumunu kaybediyorum, canım sıkılıyor, oturmak istiyorum. Elimde kurdelem kendimi bırakıyorum beyaz ipek iplerin üzerine. Göz kapaklarım kapanmaya başlıyor. Üşüyorum. Başlıyorum çimenlerde yuvarlanan 7 yaşındaki halim gibi kurdelenin üzerinde yuvarlanmaya, kurdele omuzlarımı biraz olsun örtünce bırakıyorum kendimi uykuyla uyanıklık arasındaki o sırça köprüye*.
Rüyamda odamdayım. Meltemler saçlarımı uçuşturuyor. Buluttan raflarda bu sefer beyaz ipek ip kukaları duruyor. Kalkıp dokunuyorum. Dokunduğum anda fısıltılar, kıkırdaşmalar dolduruyor odayı. Kalbime bakıyorum üzerimde sub rosa yazan anahtarım hala duruyor, ucunda beyaz kurdelesiyle. Kendi odama geri dönmek ve kelimelerime kavuşmak için yapabileceğim başka bir şey yok. Tüm kuvvetimle anahtarın ucundan sarkan kurdeleyi çekiyorum. Bir anda odayı bir arpın sesi kaplıyor, daha bir kuvvetle asılıyorum kurdeleye. Çektikçe canım acıyor. Anahtar derimin altına işlemiş, gölgesi dizimde bir yara izi olmuş çoktan haberim yok. Yere üç damla kan damlıyor ve anahtarı çekiyorum. Üç damla kan gözümün önünde bir anda kıpırdamaya başlıyor. Rüyamda gözlerime inanamazken bir bakıyorum ki elimdeki anahtarım değil. İçine yıldız yağmış lacivert mürekkepli bir tığ. Anahtarım nerde diye hezeyana kapılmak üzereyim ki bir bakıyorum hala kalbime saplı, ucunda bir gökkuşağı asılı.
Elimde bu tığ yerde kıpırdayıp duran üç damla kana dalıp gidiyorum. Birinin içinde genç bir kız var bir ip eğiren, diğerinde orta yaşlı bir kadın o ipin devamını saran, sonuncuda yaşlı bir cadı elinde bir makasla kıs kıs gülen.**. Bembeyaz ipek ipli kukaların buluttan raflarda durduğu bir odada, kalbimde anahtarım, elimde bir tığ ile duruyorum. Bir anda bir dikiş makinesinin pedallarından gelen yüksek bir ses odayı kaplıyor. İpi eğiren genç kıza bakıyorum, bu benim kurdelemin ipek ipliği ?dalgaların sahilde yarattığı beyaz köpükler, bir incirin içindeki sayamayacağın o küçük kırmızı çekirdekler, bir leylağın taç yaprakları, gözlerini ayıramadığın bahar bulutları, önünde saatlerce durduğun gotik kiliseler, vücudündaki damarlar, üzerindeki alfabeyi fırlatıp attığın güneş sistemleri, hepsinin bir deseni var, iyi bak?diyor. Orta yaşlı kadına bakıyorum, ipek iplik artık benim kurdelem olmuş onu sarıyor elinde yavaşça ?Akdenizdeki bir adadan alıp uçağa kucağında bindiğin ve bir bebek gibi kucağından hiç indirmediğin ve bak bu uçak yolculuğu kısa sürecek sonra güneşin altında büyümeye devam ediceksin diye fısıldadığın ve hala arasıra gidip çiçeklerini öpüp gizlice konuştuğun begonvilin kaç senedir seni açan çiçekleriyle büyülüyor, toprağa emek verdin, o da sana kendine has bir desen verdi? diyor. Rüyamın içinde olanlara inanamayan kalbimin atışları almış başını gidiyor. Heyecan içinde yaşlı cadıya bakıyorum. Elinde makasıyla ?yazı yazmak kelimelerle bir dantel işlemektir, iyisini istersen beyaz sayfan bir gergef olur elinde bir tığ parmaklarının ucunu kanata kanata o gergefi işlersin, sıradanını yapayım dersen bir dikiş makinesi alıp başlarsın tekdüze pedallara basmaya, dikiş makinesini kullanmak aşksız sevişmeye benzer.? diyor ve ?senin ipini keseceğiz yoksa? diye ekliyor. Elimdeki içine yıldız yağmış lacivert mürekkepli tığı sırayla üç kan damlasına batırıyorum. Sonra kalbimde üzerinde sub rosa yazan anahtarımla buluttan raflarında beni bekleyen beyaz ipek ip kukalarına doğru ilerliyorum. Fısıltılar ve kıkırdaşmalar kesilmiş. Huzurun sesi geliyor uzaktan. Elimi uzatıp kukalardan birini aldığım anda bir bakıyorum bedenim bir gergef olmuş. Yazı yazmak için içine yıldız yağmış lacivert mürekkepli bir tığı alıp başlıyorum kendi desenlerimi kendime işlemeye. Ve bir anda kendimi buluyorum , rengarenk yağmur düşlerinin yağdığı o bildik odanın kapısının önünde.
.
dreamy@superonline.com
.
**kimi zaman fates kimi zaman moira olarak bilinen roma tanrıçası, genç kız atropus şarkıları temsil edip ipi eğirirken, clotho hatıraları açğırır ve ipi sarar, yaşlı cadı melete ise düşünceleri temsil ederek ipi keser. eğirdikleri ip insanın kaderidir.

14.04.2005

ece esmer

30.01.2007
*bu yazı http://www.deepnot.com/ adresinden alıntıdır.

Cuma, Haziran 08, 2007

Hayat Aceleye Gelmez






Yillar once cok uzaklarda bir adam varmis. Buadam calismak amaci ile cok uzaklara gitmis veyillarca calismis. Sonunda memlekete donmezamani gelmis. Bu calisma surecinde toplam 3000akce biriktirmis ve evinin yolunu tutmus.Evine dogru giderken yolu buyuk bir sehirdengecmis.
Yolda yururken kose basinda birisi "bir nasihatbin akce, bir nasihat bin akce " diyebagiriyorus. Adam dusunmus: "nasil olur, bir nasihati bin akceye satarlar, ben yillarcacalistim ve sadece 3000akce biriktirdim"
Bu ise pek akli ermemis ama merak iste ,duramamis ve adama bin akce verereko nasihatisatin amis.
Nasihat : " KADERDE NE VARSA O CIKAR "
Ve yoluna devam etmis...
Ilerde yine kose basinda baska bir adambagiriyormus " bir nasihat, bin akce " diye.Adam yine dayanamamis bin akcede verip onasihatide satin almis.
Ikinci nasihatte : "GONUL KIMI SEVERSE GUZELODUR "
Son kalan bin akcesiyle yoluna devam etmis. Tamsehrin cikisinda yine kose basinda bir adam binasihati bin akceye satiyormus. Adam bir paraabakmis, birde nasihati satan sahsa, dayanamamis ve kalan son akcesiyle de o nasihati satinalmis.
Son nasihatta : " HIC BIR IS ACELEYE GELMEZ. "
Parasiz , yoluna devam etmis.
Sehrin cikisinda buyuk bir topluluklakarsilasmis, topluluk telas icerisindeymis.Yaklasmis ve oradakilerden birine neler oldugunusormus. Oradan birisi soyle aciklamis. Demis ki : burada sehrin tum su ihtiyacini kasilayan birkuyu var ama kuyunun icinde de canavar var.Canavar suyu tutmus, gondermiyor. Asagiya kimindiyse bir turlu cikamadi. Simdi herkeskorkuyor asagiya inmeye ...
Adam dusunmus ve ilk satin aldigi nasihat aklinagelmis. Kaderde ne varsa o cikar. Asagi inmeyekarar vermis. Aslinda bu nasihatlari herkesbilir, ama uygulayabilmemiz icin belli bir bedel odememiz gerekiyor. Inince canavar adami hemenyakalamis ve yerine goturmus.
Demiski : "buraya gelenlerin hepsine bir sorusordum ve bilemediler. Eger sen bilirsen seniserbest birakirim. "
Bir dizine sarisin dunya guzeli bir kadin ,diger dizine de kurbaga koymus ve soyle bakalimhangisi guzel? demis
Adam dusunurken birden aklina ikinci aldiginasihat gelmis ve " gonul kimi severse guzelodur " demis.
Bu cevap canavarin cok hosuna gitmis. Ziracanavar kurbaganin gozlerine asIkmis. Adamisalmis ve suyu birakmis. Almislar kralagoturmusler adami ve agirliginca altinvermisler.
Adamimiz yoluna devam etmis ve nihayet evinevarmis. Evinin camindan iceri bakmis. Birde negorsun, karisi genc birisi ile dizdize oturuyor.
Hemen kilicini cekmis ve tam iceri girerkenucuncu nasihat aklina gelmis. "Hicbir is aceleyegelmez "
Kilici kinina koymus ve iceri girmis.
Hosbesten sonra karisina o genci sormus.
Kadin da : " Bey sen gittiginde ben hamileydimve bir oglumuz oldu, bu genc senin oglun "demis.

*alıntıdır

Cumartesi, Haziran 02, 2007

Bir öykü

Moses Mendelssohn hiç yakışıklı bir Adam değildi. Çok kısa boyunun olmasının yanı ıira, çok garip bir de kamburu vardı.
Moses Mendelssohn, günün birinde Hamburg'da yasayan bir işadamını ziyarete gitti.
İşadamının,Frumtje adında çok güzel bir kızı vardı. Moses,bu güzel kıza umutsuz bir aşkla tutuldu. Fakat güzel kız onun çirkin görüntüsünden ürkmüştü. O nedenle, değil onun sevgisine karşılık vermek, yüzüne bile bakmak istemiyordu.
Ayrılma zamanı geldiğinde Moses, güzel kızın üst kattaki odasına çıktı ve tüm cesaretini toplayarak onunla son kez konusma girişiminde bulundu. Kızın güzelliği öylesine olağanüstüydü ki, bir an için onun cennetten geldiğini bile düşündü. Fakat kızın, başını kaldırıp ta yüzüne bakmamaktaki direnci, Moses'i çok üzdü.
Güçlükle başarabildiği konuşması sırasında çirkin aşık, bu güzel kıza bir soru sordu:
"Evliliklerin kutsal bir özelligi olduğuna inanır mısınız?" dedi.
 "Elbette" diyerek yanıtladı güzel kız ve gözlerini yine kaldırmayıp Moses'in yüzüne yine bakmadan, kendi de ona bir soru sordu:
 "Peki ya siz?"dedi."Siz inanır mısınız buna?" Moses bir an bile duraksamadı:
 "Evet,ben de inanırım" dedi ve ekledi:"Biliyor musunuz? Her erkek çocugu doğduğunda Tanrı,onun evleneceği kızı belirlermiş. Benim doğumumda da,benim evlenecegim kız belirlenmiş ve bana 'Senin karın kambur olacak' demis.O zaman ben bir istekte bulunmuşum Tanrı'dan. ' Tanrım, kambur bir kadın bir trajedi olur. Lütfen onun kamburluğunu bana ver ve onu güzel bir kadın yap' demişim."
Moses' in bu sözlerinden sonra Frumtje gözlerini yerden kaldırdı, onun gözlerinin içine bakti ve elini uzaatip, Moses' in elini tuttu.Ve daha sonra da onun, sevgili eşi oldu.


*Bu öykü alıntıdır.