Salı, Ağustos 28, 2007

ZORLUKLAR BIREYE VURULAN KAMÇI DARBELERIDIR

Zorluklar varsa arada
Insansin!
Engellere harcanmayan güçler ne güne
Dayat ki yasadigini anlayasin!
Behçet Necatigil
Hayat gelecegi düsündügünüz zaman hiç bitmeyecek gibi görünen, ama geçmisi düsündügünüzde o an bitiverecekmis gibi gelen bir süreçtir. Bu süreçte bireyler, yasadiklariyla ve hissettikleriyle var olurlar.
Bununla birlikte bireyler, hayatlari boyunca çesitli zorluklarla karsi karsiya gelirler. Bu zorluklar karsisinda herkesin aldigi tutum farklidir. Kimi hayata küserek depresyonun dipsiz kuyularina gömülürken, kimisi bu zorluklari kendilerine vurulmus kamçi darbeleri olarak düsünüp bunun üstesinden gelmek için amacina ve hayata daha siki sikiya tutunurlar.
Kimsenin hayati, denizin rüzgarsiz hali gibi degildir. Mutlaka bu denizde de dalgalanmalar, firtinalar ve akintilar olur. Önemli olan yüzmeyi ve denizciligi ögrenerek gemiyi en sakin limana yaklastirmaktir. Insanlar da karsilastiklari zorluklarin üstesinden, o durumdan kurtulma çareleri arayarak ve yasamayi ögrenerek gelirler.
Tatli bir rüyayi animsatan hayat, herkesin hayalindedir; ama sunu kabul etmeliyiz bu sadece hayallerde olur. Insana düsen görev bu hayali gerçek kilmak için hayata bir rüya gibi bakmaktir. O zaman zorluklar, sahnede oynanan kurgulu bir tiyatro oyunundan öteye gitmeyecektir. Oyunun sonunun nasil bitecegi sizin elinizdedir, önemli olan bunun bilincinde olarak; karsilastiginiz zorluklarin sizi yikmasina izin vermemenizdir.
Ahmet, bir isadamiydi. Kisa sürede az bir sermayeyle basladigi isinde iyi bir konuma gelmisti. Dürüst, sözüne sadik ve azimli yapisi sayesinde piyasada tutunmustu. Fakat bir gün Ahmet, satis yaptigi bir müsterisinden yüklüce miktardaki alacagini alamamisti. Isin kötüsü, yapacagi ödemelerini bu alacak üzerine baglamisti. Ödeme yapmasi gereken firmalar ve toptancilar, ödeme gününün geçmesi üzerine Adil’i sikistirmaya basladilar. Adil, ne alacagini alabiliyor, ne de borçlu olduklari kisilere ödemeyi yapabilecek para bulabiliyordu. Kariyerinin düsüs noktasini yasiyordu.
Alacaklilar eve ve is yerine haciz yollamis, neyi var, neyi yok hepsine el koymuslardi. Bunun da ötesinde Adil’in piyasadaki sayginligi sarsilmisti. Bu zorluklar karsisinda pes etme noktasina gelmisti ve intihar etmeyi düsünüyordu. Fakat durumunu baska birisinin durumu gibi düsünmeye basladi. Ortada sadece para yoktu; onun disinda sagligi, ailesi ve kendine güveni hala vardi. Itibari zedelense dahi baska isadamlarinin kapisini asindirmaya ve durumunu anlatarak kisa süreligine borç para istemeye karar verdi.
Durumu gitgide kötüye gidiyordu, çünkü kimse ona borç vermeye yanasmiyordu. Çaresizliginin arttigi bir noktada, fazla samimiyetinin ve iliskisinin olmadigi bir isadaminin telefonunu aldi. Bu kisi, Adil’e bir teklif sundu; aradigi parayi verecegini ama kendisiyle ortak olmasini istedigini belirtti. Adil düsünmeden bu teklifi kabul etti. Borçlarini ödeyerek tekrar çalismaya basladi. Bu sefer daha dikkatli davraniyor, isine dört elle sariliyordu. Ayrica alacagi olan kisi borcunu ödemis, bu da Adil’i maddeten rahatlatmisti. Kisa sürede eski konumundan daha yüksek bir konuma gelen Adil, kendisine güvenerek borçlarini ödeyen ayrica kendisini ortak yapan isadamini da kendisiyle birlikte yükseklere çekiyordu.
Zorluklarla karsilastiginda Adil, pes etmek yerine onun üstüne gitmeyi seçmis ve sonuçta intiharla neticelenecek bir tiyatro oyunu yerine, basarilara imza atan bir tiyatro saheseri çikarmisti.
Hepimizin basina öyle ya da böyle zorluklar çikar. Geçmisi düsündügümüzde bugün hatirlayip üstesinden nasil geldigimizi bazen kendimizin de hayretle düsündügü zorluklar yasamisizdir. Bugün de karsilastigimiz zorluklari, yarin hatirlayip büyük bir ihtimalle de, “Niye kendimi o kadar üzmüsüm ki?” diye sorup, belki cevabini hiçbir zaman veremeyecegimiz pürüzler olarak düsünmeliyiz.
Zorluklarla mücadele ruhu zaten insanda vardir. Yeter ki insan sahip oldugu bu gücün farkina vararak, onu kullanabilsin; ileride gülüp geçecegi zorluklarin tesiri altinda kalarak hayati kendine zehir etmesin.
Güzel demis diyen sair;
“Kim bilir ol bir bahara kim ölüp kim kala sag”
Bu can bize temelli verilmedi
Alir bir gün yalan dünya
Belli mi yarina çikacagimiz
Nerde kaldi sonraki baharlar
Der de gene sasmaz bildiginden
Su egreti yerde nice insanlar
Gözünüzde büyüttügünüz seyler
Ilerde güleceksiniz!
Içindeyken
Anlasilmaz gençligin geçtigi
Ve telaslar yipratir kalbi:
Enfarktüs.
En iyisi oluruna birakmak
Biraz genis olunuz!..

*http://users3.nofeehost.com/ruyaname/ isimli siteden alıntıdır.

Ödüllü Fotoğraflar







Cumartesi, Ağustos 25, 2007

Teşekkürler

Ben bir kez daha yaşlandım; umarım büyümek yanımda olanlarla bana mutluluk getiririr. Beni yalnız bırakmayanlara ve sevgisini hep yanımda hissettirene teşekkür ediyorum. Bugünlerde bengihayat ta 1 yaşını kutluyor. 1 yıldır sevdiğim yazıları , fotoğrafları ve bazen de kendi yazılarımı sizlerle paylaştım. Bengihayat bugüne kadar 13.000 kez civarında ziyaret edildi; bazı çok yoğun olduğum zamanlarda bengihayata vakit ayıramadım. Bir isteğimiz de bengihayata ziyaretçilerimizin de en azından yorumlarıyla katılmasıdır. Teşekkürler....

Pazartesi, Ağustos 20, 2007

"seni seviyorum"

Sevmek...Tanrinin bize bagisladigi en yuce duygulardan bir tanesi... Yasamimiza renk katan yegane sey. Sevmek ve sevildigini hissetmek, hissettirmek. Sevmek... her seyi, dunyayi, yasamayi, insanlari, kuslari, cicekleri, denizi, suyu, herseyi, kendimizi bir de. Biz ulus olarak sevgi dolu insanlariz aslinda, yuregimiz hep bu isiltilarla dolu. Ama sevgimizi dile getiremiyoruz yeterince. Hep icimizde, yuregimizde sakli tutuyoruz, nedense kullanmayip sakliyoruz. Halbuki ne guzel iki kelimedir " seni seviyorum " diyebilmek. Bu gizemli kelimeyi kullanmaktan korkmasak, icimizden geldigi gibi ve hissettigimiz anda soyleyebilsek keske sevdiklerimize.
Dünün , sabahin ilk ışıklarında yeni açmış bir çiceğin yaprağındaki çiğ tanesi ile size gülümsemesini bir kez. içimizi mutlulukla dolduran bu sıcak tablo karşısında " seni seviyorum güzel çiçek" demek, ne hoş bir karşılamadır onu. ( aptalca mı geliyor size, gelmesin lütfen) Ya da aynada yüzünüze bakarken içten gelen bir güluüseme ile kendi kendimize "seni seviyorum "desek, diyebilsek keşke.
" seni seviyorum " öyle sihirli ve güçlü iki sözcüktür ki aslında; söylendiği anda karşımızda akan suları bile durdurur anında. Eşimize, kızımıza, sevgilimize, emektar köpeğimize, yetiştirdiğimiz çiçeklere, büyüklerimize , tüm sevdiklerimize söyleyelim her an içimizden geldiğinde; duraksamadan," acaba tepkileri ne olur, ya da çok söylemeyeyim etkisi azalir " diye dusunmeden. Olabilir mi hiç böyle bir şey, etkisi azalabilir mi hic. Bu iki sozcuk ne kadar sIk kullanilirsa insanin icini o kadar oksar, o kadar sevgi ile doldurur, iliskileri duzene sokar, uzaklar hemen yakinlastirir, mesafeleri yok eder. Ne guzel bir seydir bunu sIkca kullanabilmek, aliskanlik haline getirip soyleyebilmek.
Hayatin ne kadar acimasiz, ne kadar kisa oldugunu, belki yarin sevdigimiz ve deger verdigimiz kisileri bir daha bulamayacaimizi dusunecek olursaniz; bence su anda, su saniyeden itibaren, daha fazla gec kalmadan soyleyelim, haykiralim sevgimizi; " seni seviyorum " diyelim.
Esimizi yada sevdiklerimizi yolculuga ugurlarken hazirladimiz bavulun icine, giyisilerin arasina "seni seviyorum " yazan minicik notlar ilistirelim. Bizden once eve gelecegini bildigimiz anlarda yine onlar icin evin cesitli yerlerine " seni seviyorum " mesajlari birakalim. Inanin o mesajlari gorduklerinde yasayacaklari mutlulugu kelimelerle anlatmak mumkun olmaz. Bu oylesine guzel bir sıcaklık, öylesine güzel bir yakınlaşmadır, sözcülere sığramazsını gücünü.
İçimizde tutup, saklayıp, ayda yılda bir kez söylediğimizde; hayatımızdakı keşkelerin sayısı hızla artacaktır inanın buna. Oysaki keşkelerin "geri dönüşleri yoktur; giden yıllarla birlikte onlar da gider, yakalayamazsınız.
O halde gelin kullanmaktan çekinmeyelim, " seni seviyorum " demeyi de sevelim, tüketelim bolca. Bilin ki siz kullandıkça tükenmeyecek, size geri dönüşleri katlanarak artacaktır.

*alıntıdır

Pazartesi, Ağustos 13, 2007

Perşembe, Ağustos 09, 2007

Fotoğrafın Dili

HİROŞİMA
Ayrıca aşağıda yer alan linkte bir fotoğraf roman bulacaksınız.
http://www.time.com/time/covers/20050801/photoessay/

KIZ ÇOCUĞU


Kapıları çalan benim

kapıları birer birer.

Gözünüze görünemem

göze görünmez ölüler.


Hiroşima'da öleli

oluyor bir on yıl kadar.

Yedi yaşında bir kızım,

büyümez ölü çocuklar.


Saçlarım tutuştu önce,

gözlerim yandı kavruldu.

Bir avuç kül oluverdim,

külüm havaya savruldu.


Benim sizden kendim için

hiçbir şey istediğim yok.

Şeker bile yiyemez ki

kâat gibi yanan çocuk.


Çalıyorum kapınızı,

teyze, amca, bir imza ver.

Çocuklar öldürülmesin,

şeker de yiyebilsinler.


İnasanlığın hücrelerine bomba...


Hiroşima ve Nagasaki'nin bombalanmasının 62. yılı
Atom bombası saldırıları en az 360 bin kişinin ölümüne yol açtı
Uluslararası - 6 Ağustos 1945'te ABD, Hiroshima'ya 15 bin tonluk TNT'nin patlayıcı gücüne eşdeğer ve "küçük çocuk" (little boy) adında bir atom bombası attı. Üç gün sonrasında ise "Şişman Adam" (fat man) Nagasaki'ye atıldı. Bu bombanın patlama gücü çok daha yüksek, 21 bin tonluk TNT'ye eşitti. İki şehrin bombalanması sonucu yüzbinlerce kişi öldü. Yayılan radyasyonun etkileri ise hala sürüyor.
II. Dünya Savaşı sırasında, Amerika ve İngiltere "Manhattan Projesi" olarak adlandırdıkları bir atom bombası projesi başlattılar. Bu projenin çıkışı, Almanya'nın atom bombası yapabileceği korkusuydu. Ancak, Almanya savaşta yenildikten sonra Japonya'nın atom bombası yapabilme ihtimali neredeyse hiç olmamasına rağmen bu araştırmalar devam etti.
Bombanın atılması ile Hiroşima ve Nagasaki anında yok oldu. Atom bombasının yarattığı muazzam şok dalgaları çok geniş bir alanda binlerce kişinin o anda ölmesine sebep oldu. Dalgaların doğrudan ulaşamadığı yerlerde ise yayılan radyasyon, sonraki günler, aylar ve yıllar boyunca bir çok kişinin lösemiden ölmesine sebep oldu. Hayatta kalanlara Japonya'da "Hibakusha" dendi. Hibakusha'lar ve çocukları ülkede yıllarca insanlar tarafından dışlandı. Radyasyondan etkilenme korkusu ile hiç kimse onlara yaklaşmak istemedi. Yıllarca bu zor koşullarda yaşayan Hibakusha'lar kendi trajedilerinden yola çıkarak dünyada başka Hiroşima ve Nagasaki olmaması için büyük kampanyalar başlattı.
6 Ağustos 1945 yılında, sabah 8:15'te "Küçük Çocuk" isimli ilk nükleer bomba " Enola Gay" isimli B-29 Superfortress'ten bırakıldı. İnsanlık tarihinde ilk defa böyle bir bomba kullanılmıştı. Aralık 1945 yılında Hiroşima'daki resmi kaynaklar ilk anda ölenlerin sayısını 140.000 olarak tahmin ettiklerini bildirdi. Bombanın etkisi ile daha binlerce insan yavaş yavaş öldü. Nükleer saldırıdan sonra Hiroşima şehri bir barış şehri olarak düzenlendi. Bombanın yıktığı alanda ayakta kalan ilk bina da Hiroşima Barış anıtı olarak seçildi.
9 Ağustos 1945 sabahı, Amerikan "Bockscar" isimli B-29 Superfortess uçağı "Şişman Adam" isimli ikinci nükleer bombası ile, ilk hedefleri olan Kokura'ya ulaştı. Ancak, şehir bir bulut kümesi ile örtülmüştü ve görüş yeterli değildi. Kötü hava koşulları ve meydana gelen diğer problemler nedeni ile uçuş ekibi, ikinci hedefleri olan Nagasaki'ye yöneldi. Burası Japonya'nin gelişmiş önemli bir endüstriyel bölgesiydi. Bombanın atılması ile hemen ölenlerin sayısının 100.000 olduğu tahmin ediliyor.
Amerika, bomba kullanımını haklı göstermek için Japonya'nın Pearl Harbor limanına yaptığı baskını ve Müttefik güçlerinin koşulsuz teslim olma isteğini geri çevirmelerini öne sürdü.
Ancak yıllar sonra yapılan açıklamalarda Amerika hükümeti, bombanın gerekli bir askeri harekat olduğunu, çünkü buna tek alternatifin istila olduğunu söyleyecekti. Japonya'nın istilası ise bir çok Amerikan askerinin hayatına mal olacağından, bombanın bırakılması daha uygun görülmüştü.
Aslında daha işin başından itibaren Amerika'nın Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinin üst düzey yetkilileri nükleer bombanın bırakılmasının bir gereklilik olduğu savını şiddetle reddetmişti. Daha sonra başkanlığa yükselen dönemin generali Eisenhower, "Onları bu korkunç şey ile vurmamıza gerek yoktu" demiştir. Japonların çözülmüş şifreli telegraflarından ve diğer bilgi kaynaklarından, aslında Japon askeri kuvvetlerinin zaten bozguna uğramış olduğu biliniyordu. Japonlar, imparatorlarını korumak karşılığında Amerika'nın sunacağı teslim olma şartlarına uymaya hazırdı. Ayrıca, Sovyetler Birliği'nin, savaşa Japonya'nın karşısında girmesi durumunda, herhangi bir istilaya gerek kalmadan Japonya zaten teslim olacaktı.

- Aslıhan Tümer

Pazartesi, Ağustos 06, 2007

Esin Kaynağı Doğa

Bir adam Tanrı'yı aramaya karar verdi. Evrenin ne sebeple yaratıldığı konusunda derin bilgiye sahip olduğunu iddia eden ve Tanrı'nın insanlardan ne istediğini açıklayabileceğini söyleyen bilgeleri arayıp buldu.
'Peki bunları size kim öğretti' diye sordu adam bilgelere; 'Tanrı'nın kendisi mi?'
Bilgeler pek çok güzel ve derin söz söylediler, ama hiçbiri dört bir yanlarına anlattıkları bunca şeyi onlara kimin öğrettiğini tam olarak tanımlayamadı. Böylece adam, orada pek çok şey öğrenerek geçirdiği birkaç günün ardından yolculuğuna devam etme kararı aldı.
Yolculuğu sırasında bir vadiye ulaştı. Oradaki köylüler, hemen yakındaki bir dağda, Tanrı'nın oraya yaklaşan herkesle konuştuğunu iddia ediyordu.
Adam hemen sözü edilen dağa gitti. Üç gün boyunca dua edip oruç tutarak orada bekledi, ama Tanrı görünmedi. Dördüncü gün gelip çattığında adam çaresizlik içindeydi, sonunda dayanamayıp bir çığlık attı:
'Neredesin?'
Adamın sesi cevap olarak yankılandı: 'Neredesin?'
İşte o andan itibaren adam anlamıştı; Tanrı da aynı soruyu soruyor ve onu arıyordu.
Kültür ve düşünme
Sufi geleneği nehri bir kayıkla geçmekte olan bir filozofun hikayesini anlatır...
Filozof, nehri geçerken kayıkçıya bilgisini göstermek istedi.
'Horbiger'in metinlerini biliyor musun?'
'Hayır,' diye cevap verdi kayıkçı. 'Ama işimi iyi yapmak için doğanın bana öğrettiklerini biliyorum.'
'Peki öyle olsun, ama şunu da bil ki; bu metinleri bilmiyorsan hayatının yarısını kaybetmişsin demektir!'
Tam nehrin ortasına geldiklerinde, kayık akıntının etkisiyle bir kayaya çarptı ve batmaya başladı. Kayıkçı hemen kıyıya doğru yüzmeye girişti, ancak dönüp baktığında filozofun boğulmak üzere olduğunu gördü.
'Ben yüzme bilmem,' diye bağırdı filozof çaresizlik içinde. Ve ekledi: 'Sana Horbiger'i bilmediğin için hayatının yarısını kaybettiğini söylemiştim, ama şimdi ben nehirdeki akıntı gibi basit bir şeyi anlayamadığım için tüm hayatımı kaybediyorum!'
Gündüz ve gece
Üstad, öğrencilerini çevresine topladı ve onlara 'Gecenin tam olarak ne zaman sona erdiğini nasıl anlarsınız?' diye sordu.
'Güneşin ilk ışığını gördüğümüz zaman' diye cevap verdi hepsi bir ağızdan.
'Hiç alakası yok. Gece, kardeşimizin gözlerinin içine bakabildiğimiz ve onun yanımızda olduğunu görebildiğimiz zaman biter. Veya yataktan bir gün önce yaptıklarımızdan hiç pişmanlık duymayarak kalkabildiğimiz zaman... Ya da bedeli ne olursa olsun, her zaman Tanrı'nın bizden istediği şekilde hareket edeceğimizi kendimize söyleyebildiğimiz zaman.
'Bunları yapabildiğimiz güne kadar, dışarıda güneş pırıl pırıl parlıyor da olsa, içimizdeki gece sürecektir.'
Zuan Ziu doğadan bahsediyor
Kış geldiği zaman, ağaçlar yapraklarının döküldüğünü görünce üzüntüyle iç geçiriyor olmalı. Kendi kendilerine şöyle diyorlardır: Bir daha asla eskisi gibi olamayacağız.
Elbette. Yoksa kendilerini yenilemenin ne anlamı kalır? Yeni çıkacak olan yaprakların kendi kişilikleri olacaktır, onlar yeni gelen ve bir öncekiyle asla aynı olmayacak bir yaz mevsimine ait olacaklardır.
Yaşamak değişmektir; ve mevsimler bize bu dersi her yıl tekrar öğretir. Değişim bir depresyon döneminden geçmek demektir: Eskiden olduğumuz şeyi unutmak zorundayızdır ve yeni geleni de bilemeyiz. Ama biraz sabırlı olursak, bahar sonunda mutlaka gelir ve o zaman çaresizce geçirdiğimiz kışı unuturuz.
Değişim ve yenilenme hayatın kanunlarıdır. Sadece bize mutluluk getirmek için var olan şeyler yüzünden acı çekmektense, onlara alışmak daha iyidir.


*Paulo Coelho tarafından yazılan bu makale, 16 Nisan 2006 Pazar günü yayınlanan Akşam Gazetesindeki köşe yazısıdır.

Bir Afrikalının Yazdıkları


Sevgili beyez adam, Doğarım, siyahım.. Büyürüm, siyahım..

Güneşlenirim, siyahım.. Üşürüm, siyahım.. Korkarım, siyahım..

Hastalanırım, siyahım.. Ve ölürüm, hala siyahım...

Ve sen Beyaz Adam.. Doğarsın pembesin.. Büyürsün beyazsın..

Güneşlenirsin bronzsun.. Üşürsün morarırsın.. Korkarsın sararırsın..

Hastalanırsın yeşilsin.. Ve ölürsün grisin..

Peki sen ne biçim BEYAZSIN..?

Çarşamba, Ağustos 01, 2007

Fotoğrafın Dili


Yağmura hasret olduğumuz zamanda güneşli bir günün sonunda yağan yağmurun fotoğrafı

Affetmek (köprü)


Bir zamanlar yanyana ciftliklerde yasayan 2 kardes anlasmazliga duserler.
40 yil yanyana yasayan, makinalari paylasan ve is bolumu yapan kardesler
icin bu ciddi bir durumdu. Isler gittikce sarpa sardi ve sonunda karsilikli
kotu sozler sarfedilmeye baslandi ve nihayetinde haftalarca sessizlik takip etti.

Bir sabah John'un kapisi calindi. Kapiyi acinca John karsisinda
alet kutusu ile bir marangoz buldu. Marangoz "bir kac gunluk is ariyorum"
dedi. "Belki buralarda birkac kucuk isiniz vardir. Size yardim edebilir miyim?".
"Evet" der buyuk kardes, "Senin icin bir isim var. Ciftlikteki cayin arkasina bak.
Orada komsum var ama aslinda o kucuk kardesim. Gecen hafta aramizda bir
cayir vardi ama o buldozerini nehrin seddine surdu ve simdi aramizda bir cay var.
Bunu bana ragmen yapmis olabilir ama ben daha iyisini yapacagim. Surada
gordugun kereste yigini var ya, senden bunlarla 2,5 metrelik bir cit insa etmeni
istiyorum. Boylece onun yerini gormeme gerek kalmayacak.

Marangoz, "Sanirim durumu anladim. Bana gerekli aletleri verin, sizi memnun
edecek bir is cikartacagimi saniyorum." der. Buyuk kardesin arac gerec icin
kasabaya gitmesi gerekir ve malzemeyi getirdikten sonra gunun geri kalan
kisminda ciftlikten uzaklasir. Marangoz butun gun olcumler ve diger islerle
ugrasir ve isini bitirir. John gelince gozleri acilir ve saskinliktan agzi acik kalir.
Ortada cit falan yoktur. Marangozun yaptigi bir koprudur. Cayin bir tarafindan
diger tarafina bir kopru. Ve nefis bir iscilik.
Ve John, komsu kucuk kardesinin kollarini acarak kopruden geldigini gorur.

"Sen ne iyi bir dostsun ki tum yaptiklarima ragmen bu kopruyu insa ettin".
Iki kardes koprunun ortasinda bulusur ve birbirlerinin elini tutarlar�Arkalarina
baktiklarinda marangozun alet cantasini alip gitmeye hazirlandigini gorurler.
"Hayir, bekle!" Birkac gun daha kal. Senin icin pek cok projem var" der buyuk kardes.

"Kalmak isterdim" der marangoz�."ama insa edecek daha cok kopruler var".

* Alıntıdır.