10/12/2005 - Radikal cumartesi
Yüzyıllar önce Hindistan'da kralın baş danışmanlığını yapan ve karşılaştığı her olay karşısında,"Bu iyi oldu, çok iyi oldu," demesiyle nam salan bir bilge yaşarmış.
Günlerden bir gün, ava çıkan kral ormanda dolu dizgin giderken atından düşmüş ve ayağından feci bir şekilde yaralanmış. Doktorlar kralın ayak parmaklarından birinin kesilmesi gerektiğini tartışırlarken, baş danışman her zamanki gibi, "İyi oldu," demekle yetinmiş.
Kral, bunu duyunca çileden çıkmış. "Nasıl böyle bir şey söylersin ki?..." diye bağırmış, "Seni görevinden alıyorum. Yıkıl karşımdan!" Öteki ısrarla, "Bu da iyi oldu," diyerek saraydan ayrılmış. Aradan aylar geçmiş. Bir parmağı eksik ayağı tamamen iyileşen kral, yeni bir av partisi düzenlemiş. Bu sefer ava kendini iyice kaptırıp eşine nadir rastlanan türden bir kaplanın peşine takılmış ve gurubundan ayrılmış. Yağmur çamur, dağ bayır demeden hayvanın izini sürerken, ülke sınırları dışına çıktığını ancak vahşi bir kabilenin tuzağına düştüğünde dehşetle fark etmiş. Bu kabilenin tuhaf bir geleneği varmış. Yılın belli aylarında aldıkları esirleri, inandıkları tanrılara kurban ederlermiş. Yine öyle bir kurban dönemine denk geldiğinden, bizim biçareyi bir güzel yıkayıp muhtelif renklere boyadıktan sonra törenle sunağa yatırmışlar. Başına gelenlere inanamayan kral, yaprak gibi titrerken, kabilenin büyücüsü bir elinde çıngırak, diğer elinde palasıyla etrafında dans ediyormuş. Bir ara, kralın ayağına gözü takılınca çıngırağını yere atarak müziği durdurmuş. Kabile reisine dönerek, "Bu adam hasarlı," demiş, "Parmağı eksik bir kurbanı tanrıya sunamayız!" Büyücü iplerini kesince, kral can havliyle koşmaya başlamış. Sarayına dönüp yaşadığı şoku atlattıktan sonra, eski baş danışmanını yanına çağırmış. "Yine haklıydın," demiş mahçup bir sesle, "Parmağımın kesilmesi iyi bir şeymiş meğerse. Yoksa canımdan olacaktım. Peki, seni azlettiğimde bunun iyi olduğunu neden söyledin?" "Her kötü olayda mutlaka iyi bir şeyler vardır," diye cevap vermiş bilge, "Beni kovmasaydınız, tuzağa düştüğünüz gün büyük bir ihtimalle yanınızda olacaktım. Dolayısıyla da, kurban edilecektim." "Doğru söyledin, sevgili dostum. Bundan böyle daima yanımda kalacak, bilgeliğinle bana yol göstereceksin," demiş kral. Ve bu da iyi olmuş...
* * *
Yaşamı Yunan trajedilerini aratmayan aziz bir dostumun dokunaklı, ama umut veren hikâyesini anlatmak istiyorum sizlere. Üç yaşında yetim kalmış, tüm mirasını üvey annesine kaptırıp 12 yaşında zorla evlendirilmiş, çoğu insanın burun büktüğü birçok işte yüksünmeden çalışmış ve kanseri üç kez yendikten sonra yaşamını insanlığa adamış yaralı ve gururlu bir muzaffer... Geçenlerde kendimi tutamayıp onu hayata bağlayan, zorlukların karşısında dirayetle ayakta durmasını sağlayan gücün ne olduğunu sorduğumda bana şöyle cevap verdi: "Tanrı'dan başka hiç kimsem olmadığı için, ona tutundum ve ardıma bakmadan sadece yürüdüm... Aradığım kendimdi elbette. Başıma gelen her felaketin bu yaşamda dengelenmesi gereken bir karmayı hatırlattığını öğrendim. Ama günün sonunda, farkındalıkla birlikte gelişen özgür iradenin en ağır karmaları bile hafifletebildiğini fark ettim. Nahoş olaylarda, hep iyi bir yan arayıp bunların bana ne öğretmek istediklerini sorguladım. Bunu yaparak iç sesimi tanıdım, ruhumun neleri başarmak için böyle bir savaşı seçtiğini anladım. "Başımı kuma gömüp, 'Ben oynamıyorum artık!' diye itiraz ettiğim anlarda oldu, haliyle. Ama o zaman, olaylar iyice sarpa sarıyor, içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Yine böyle bir dönemde, ruhumdan ve yolumdan çok uzaklaştığımı zannettiğimde, elime Kuran'ı alıp bir sayfa açtım rastgele. Bakara suresinin 216. ayetiydi karşıma çıkan: 'Hoşlansanız da, hoşlanmasanız da, savaş üzerinize yazılmıştır. Siz bir şeyi çok sevip isteyebilirsiniz. O sizin kötülüğünüzedir. Bir şeyi hiç istemeyip hatta ondan tiksinirsiniz. O sizin hayrınızadır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.' Bulduğum cevap şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktı."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder