Perşembe, Mart 01, 2007

Gülizar (öykü) 1

Cılız zarif kadın vücutları gibi düşüyordu yağmur damlaları yeryüzüne. Kimi
kapaklanıp kanayarak,kimi saçlarının dalgası omuzlarına saçılmış bir cenin gibi kıvrılarak,kimi kollarını açmış bir okyanus kucaklamaya hazır, kimi dalından kopup uzun bir uçurum boyu solmuşcasına… Ama hepsi çırılçıplak, yalın, berrak… Düşüyorlardı… Onlarla birlikte biz üşüyorduk… sonra bu kadınlar birbirine karıştılar. Kokuları alaştı.toprakla sevişip tüm şehre Bulaştılar. Evet… Yağmur kadın olmalı dedi Gülizar elindeki toplu iğneleri iliştirirken dizlerinde bin mevsimdir uyanmadan uyuyan bir dev gibi yatan bordo perdenin cildine. Sonra kıvrık upuzun kirpikleriyle donatılıp süslenmiş kirpikleriyle süslenmiş gözbebeklerini pencereden çekip o kıvamına hayran bırakan bakışlarını usulca az önce parmağını yoklayan toplu iğneye akıttı. Toplu iğne erkek olmalı dedi kendince. Kadınların elleriyle haşır neşir, öldürmese de acıtan, kabuk bağlamaz ama izi dikkatli bakana yaradan miras. Makaraya uzandı bakılmadan da güzel, sarı yoğunluklu belli belirsiz bürümcüklü kumaştan bi kılıf geçirilmiş gibi görünen örümcek elleriyle. Dışarıdan kulağına bir sırrı ifşa etmeye sokulmuş gibi yanaşan rüzgar burnuna doğru yağmur kokusunu üflüyordu. Bir yandan örümcek elleri makaranın ucunu çektikçe makara gövdesini savuruyordu. Bir o yana bir bu yana..

Sabah hanımın koyu sesi kapıda boğulsa da gür işitiliyordu.”bir saat sonra gelirler perdeyi almaya”. Gerçekten sabahsa ilk saatlere tekabül ediyor olmalıydı. Çünkü karanlıktı. Has esmer,serin,etine dolgun,otuzlu yaşlarda olmasına rağmen görenleri yaşı konusunda yanıltacak kadar paralanmıştı. Bol giysilerle kadınlığını değil, kadınsılığını yitirdiğini gizlerdi.cinsiyetini ele veren tek şey apartman topuklu ayakkabılarıydı. Bu küçük dikiş atölyesinin sahibi olmak onun erkeksi tavrını tamamlardı. Gülizar endişeye kapıldı birden Sabah hanımın sesinden sonra. Elindekini yetiştirmek için değil, perdeyi almaya gelecek beyefendiye münhasır bir telaştı bu. Hemen işporta modası çantasının içine daldırıp örümcek ellerini parlatıcı hokkasını çıkardı. Hokkanın kapağının ucundaki pamuk, pembe lokum dudaklarında gezindiği yeri ışklandırdı. Elindeki tiyatro perdesinin ardındaki o kadınlara daha yakın hissetti bu hamleyle kendisini şimdi. İğne ipliği bata çıka kumaşta yüzdürdü bir saat. Hiç durmadan bata çıka… bata çıka… bata çıka.. sonunda ruhunu buldurdu,bilgece olması gerekene dönüştürdü o yumuşak dokulu düzlemi. Bu onun hep yaptığı şeydi başka başka biçimlerde. İçi tekinsiz dışı alalade Mehmet beyin kapıdan girmesini bekledi. Perdeyi sipariş etmeye geldiğine göre pekala almayada gelebilirdi. Umut ne gülümsemesi bol bir kanma isteği. Kırılana kadar bile olsa lezzetine değer.

İçeri giren cılız ,boyun kamburu,sarıya çalar kumral çocuk yerçekimine bırakıverdi nefesiyle “ Mehmet beyin siparişini almaya geldim” cümlesini . Zeminde ufalanan bu sözün her bir zerresi sımsıkı yapışarak kaya oldu Gülizar ın sol memesinin eşiğinde “eline sağlık” dedi cılız çocuk süzülmemiş tortulu sesiyle. Gülizar bu sözün karşılığında sadece gözlerini yumup açınca oğlan kendini suçlu hissetti ,üzerine vazife olmayan bir söz sarfetmişcesine. Sabah hemen durumu fakedip “o konuşmaz” dedi. Oğlan dönüp çıkarken Gülizar vestiyere davrandı. Upuzun krem rengi şalı bir anne gibi her yanına sarıldı. Gülizar şalının kucağında topuklarıyla yeryüzünü döve döve çıktı atölyeden. İkinci işi için. Ama ne yaparsa yapsın biliyordu ki tek bir işe yarardı Gülizar : olması gerekene dönüştürmek. Şalının altında eti, ağzının içinde dili gömülüydü. Onlarla ziyaret etmeye gitmezdi kimseyi. Ama onu ziyarete gelirlerdi eti ve dili için geceleri,sanki bir ölüymüş gibi………………………

*Pınar

Hiç yorum yok: