Cumartesi, Mayıs 26, 2007

Fotoğrafın Dili


Bu fotoğrafı yorumsuz olarak yayımlıyorum.

Pazartesi, Mayıs 21, 2007

Şemsiyeli Dua

Şehrin kara teslim olduğu günlerden biriydi. Otobüsten indiğinde kendini daha fazla tutamamıştı. Gözlerinden dökülen birkaç damla yaş, yanaklarına kadar süzülmüştü. Kenarı bembeyaz ağaçlarla dolu yoldan evine doğru yürüyordu. Başı öne eğik, yavaş adımlarla ilerliyordu. Kolları, karın ağırlığından yere değecek ağaç dalları gibiydi. Omzuna sanki çok ağır bir yük bırakılmıştı.

Kapıyı açan eşine selâm verdiğinde, dudaklarında zoraki bir tebessüm vardı. Çocuklarını uzun zamandır görmüyormuş gibi hasretle kucaklayıp öptü. Eşi, bir yandan akşam yemeği için sofrayı hazırlarken, bir yandan da Metin Bey’in bu hâlini düşünüyordu. Bugün kontrol için hastaneye gidecekti, acaba akciğerindeki hastalık mı ilerlemişti? Eşinin çehresini saran hüznün sebebi ne olabilirdi ki? Derin bir iç çekip tabakları doldurmaya koyuldu.

O akşam, yemeklerini sessizce yediler, belli ki sofranın başındaki herkes iç dünyasına dalmıştı. Evin hanımı bir terslik olduğunu sezmiş, çocuklar da bu havayı hissetmişler, ağızlarına kilit vurmuşlardı. Anlaşılan, babaları bu akşam onlarla oyun oynamayacak, okulda neler yaptıklarını sabırla dinlemeyecekti. Şimdi ne şirinlik, ne de yaramazlık yapmanın zamanıydı.
Metin Bey ise, bugün öğrendiklerini nereye gömeceğini, bu sırrı eşi ve çocuklarından nasıl saklayabileceğini düşünüyordu. Acaba derdini, semayı donatan yıldızlara mı fısıldamalıydı, yoksa geceyi aydınlatan kandile mi ödünç vermeliydi? Ne olursa olsun çocuklarına söylememeli, onların gözlerindeki hayat parıltısını söndürmemeliydi.

Sofra kaldırılırken Metin Bey abdest alıyordu. Biraz sonra ailecek oturma odasında namaza durdular. Evlerinin bu köşesini mescit olarak kullanıyorlardı. Sesindeki titreme, Metin Bey’in İlâhî huzurda nasıl bir ruh hâline büründüğünün de bir remziydi. Tesbihat yapıldıktan sonra evi derin bir sessizlik kaplamıştı.

Sessizliği ilk bozan, izin isteyip kendi odalarına giden çocuklar oldu. Bunu fırsat bilen eşi, Metin Bey’e sordu:

- Hayırdır inşallah bey, üzücü bir şey mi oldu?
- Çok şükür hanım. Bir şikâyetim yok!
- Hastaneye gidecektin bugün?
- Gittim.
- Ne dedi doktor bey?
- Pek önemli bir şey söylemedi.

Bir yağmur bulutu oluvermişti Metin Bey’in eşi, neredeyse inci inci dökecekti gözyaşlarını. On beş yıllık hayat arkadaşının her şeyini bilir, söylemediklerini de hâlinden hemen anlardı. Belli ki, evinin direğinin, başının tacının bir sıkıntısı vardı. Bir an önce derdini öğrenmek, bir şeyler yapmak istiyordu. Endişeli bir hâlde eşinin yanına sokuldu. Başını omzuna yaslayıp, her şeyi anlatmasını rica etti. Daha fazla saklamanın mümkün olmadığını anlayan Metin Bey, gözlerini kitaplıktan ayırmadan cevap verdi:

- Doktor, karaciğerimde de bir rahatsızlık olduğunu söyledi bugün.
- Karaciğerinde de mi?
- Evet. Ama endişe etme hanım, derdi veren Allah dermanını da verir.

Aslında durumunun iç açıcı olmadığının o da farkındaydı. Kan tahlilleri, hepatit virüsü enfeksiyonunu göstermişti. Bunun derecesini anlamak için, kanama riski olmasına rağmen, doktorlar karaciğerden doku örneği almaya (biyopsi) karar vermişlerdi. Netice ne yazık ki menfiydi ve hastalık çok ilerlemişti. Doktor, şu an itibarıyla modern tıbbın, bu hastalığa çözüm üretemediğini, en iyi ihtimalle, virüsün yayılmasının önüne geçilebileceğini ifade etmişti. En azından üç ay istirahat etmesi gerekiyordu, kendini yormamalıydı. Doktor bey böyle söylemişti. Bu işin şakası olmadığını da uzun uzun anlatmıştı.

Bütün bunlara rağmen Metin Bey, hem eşini üzmek istemiyor, hem de hâlinden şikâyetçi olmaktan kaçınıyordu. Başına gelen her şeyi takdîr-i İlâhî olarak kabul ediyor ve O'na tevekkül ediyordu. Yavaşça yerinden kalktı ve gözlerini ayırmadığı kitaplıktan bir kitap aldı. Elindeki kitap, ‘Beyanların En Güzeli’ olan Kur'ân-ı Kerîm’den başkası değildi. O lâtif sesiyle Kehf Sûresi'ni okumaya başladığında eşi, şaşkın gözlerle onu izliyor, neden kaldıkları yeri değil de bu sûreyi okuduğunu anlamaya çalışıyordu. Sûrenin bitmesiyle merakını celbeden bu durumu sordu Metin Bey’e. Cevap mânidârdı:

“Bir hadîs-i şerîfte Efendimiz (sas), bu sûrenin, cuma geceleri okunması hâlinde, ‘dubeyle’ye şifa olacağını ifade etmişler. Efendimiz (sas) dubeyle derken ne kastetti bilemiyorum; ama belki de günümüzdeki virüs, bakteri, mantar veya başka türlü bir parazit olma ihtimaline karşı, Efendimiz’e (sas) karşı olan itimadımdan bu sûreyi okudum. Þifa Allah’tandır.”
Metin Bey sonra şu kıssayı anlattı:

“Günlerden bir gün, kuraklık ve kıtlık çeken bir köyün sakinleri yağmur duasına çıkmışlar. Köyde, ne tarlaları canlandıracak, ne de hayvanların içebileceği bir damla su kalmış. Tam bir kuraklık havası hâkimmiş. Çaresiz köylüler, çareyi Hakk kapısında aramışlar. Çoluk çocuk herkesi toplamış, yanlarına hayvanlarını da alarak, yağmur duası için kırlara çıkmışlar. Köyün imamı eşliğinde tevbe ve istiğfar edip Allah’tan merhamet dilemişler. Henüz onlar ellerini indirmeden, Allah’ın inayetiyle gök gürlemeye başlamış. Köy halkı da sağanak yağmur altında sırılsıklam olmuş. Sadece şirin bir kız çocuğu ıslanmamış. Çünkü, dua edince yağmurun yağacağına bir tek o gönülden inanmış ve yanına minicik şemsiyesini almış.”

O günden itibaren Metin Bey ve eşi, perşembeyi cumaya bağlayan her gece Kehf Sûresi’ni okudular. Maddî ve mânevî bütün hastalıklar için O’nun (cc) kapısını aşındırıp durdular. Çünkü, dua sebepler üstü bir tesire sahipti. Sebepler plânında dermansız gibi görünen dertlerde bile, hiç tereddüt etmeden ve kabul edileceğine kalbden inanarak Allah’a yakarılmalıydı.

Yaklaşık üç ay sonra kontrol için hastaneye giden Metin Bey’i bir sürpriz bekliyordu. Duaları kabul olmuş, doktoru da hayretler içerisinde bırakacak şekilde, hastalık geri adım atmıştı. Tıbben pek mümkün görünmeyen bu durum karşısında şaşıran doktor, Metin Bey’in yüzüne bakakalmıştı. Bu durumu anlayamıyordu. Meraklı gözlerini büyütüp ‘Nasıl olur?’ diyebilmişti sadece.

* Yaşanmış bir hâdisedir.
http://www.mavikalemler.net/article_read.asp?item=782

adresinden alıntıdır.

Pazar, Mayıs 20, 2007

Gelecekten Mektup Var

Canım kızım,Şu anda derin bir uykudasın. Uzun zamandır bu kadar güzel bir uykuya dalmamıştın. Bugün karnını doyurabildin, kana kana su içebildin. Anneniz öldüğünden beridir çok zorlanıyorum. Siz daha fazla yaşayabilin diye ,canına kıydığını size anlatmam mümkün değil. Henüz çok küçüksünüz. Sizi dünyaya getirerek çok büyük bir hata yaptığımızı geç de olsa anladık. Koca dünya, suyu biter mi? Koca dünya, aç kalmayız ki diye düşündük. Anneniz öleli 17 gün oluyor. Zaten hastaydı, ölecekti diye düşünmeyin. İyileşmek için daha fazla yiyeceğe ve suya ihtiyacı olduğundan kıydı canına. 2000'li yıllarda sıkça duymaya başladığımız bir konuydu küresel ısınma . Bu gidişe dur demek amacıyla bir protokol imzalanıyordu ülkeler tarafından. Türkiye, Avustralya ve ABD imzalamamıştı 2007 yılına girdiğimizde. Belki Türkiye'nin imzalaması için birşeyler yapabilirdik. Mitinglere katılır, büyüklerimizin anlamasını sağlayabilirdik. Ama yapamadık. Bizim dünyadan daha önemli konularımız vardı o günlerde. Futbol liginde kimin şampiyon olacağı daha önemliydi. O günlerde Cumhurbaşkanımız seçilecekti. Öyle çok insan katıldı ki Cumhuriyet yürüyüşüne. O günlerde neyin daha önemli olduğunu anlamakta güçlük çekiyorlardı. Dünya ölüyordu, onlar nasıl yönetileceklerini düşünüyorlardı. Dünya olmasa, ülkemiz ve nasıl yönetileceğimiz o kadar büyük bir anlam taşımıyordu. 2025 yılına geldiğimizde açlık ve susuzluk had safhaya ulaşmıştı. Herkes, karnını doyurabileceği, su içebileceği yerlere doğru göç hazırlıklarına başladı. Ülke yöneticileri göçlerin önüne geçmeye karar verdiler. Kendilerine bile yetemiyorlardı ki. Göç edip ülkelerine gelenlere nasıl yetsinler? Açlık ve susuzluktan bitkin duruma gelenler ölüme terkedildiler. Bunun üzerine iç savaşlar başladı. karnını doyuranlarla, aç kalanlar arasındaki bu savaşlarda binlerce insan can verdi. Zenginler de öldü, fakirler de. Ülkeler arasındaki savaşların çıkmasına ramak kalmıştı. Çıktı da. Ülkemiz yaşamak için elverişli ülkelerden biri durumundaydı. Önce sınır ülkelerle sorunlar yaşadık. Onlar daha çok su istedi. Biz daha fazla azalttık. Bizim topraklarımızdan çıkıyor diye, tüm suyu sahiplendik. Suyumuz aslında tam olarak yetmiyordu. Yalnızca içmek için kullanıyorduk. Banyo yapmayalı aylar olmuştu. Herkes kokuyordu, herkes hastaydı. Su, yalnızca biraz daha fazla yaşamamıza yetiyordu. Salgın hastalıkların üzerine, bir de savaşlar başladı. Bu savaşlar yüzünden su kaynakları tehlikeye girince, ülkeler ateşli silah kullanmadan savaş yapmaya karar verdi. Herkes tarafını seçecek. İki taraf büyük bir meydanda savaşacaktı. O savaşa beni de götürdüler. Sol kolum orada kopmuştu. Kaybeden taraf su kaynaklarını paylaşmayı kabul etmiş olacaktı. Tüm bu savaşlar, birkaç yıl fazla yaşayabilmek içindi. Dünya, yaşanmaz bir hale geleli yıllar olmuştu. Herkes kendi derdiyle uğraşıyordu. Aile içindeki kavgalarda bile, can veren insanlar oluyordu. Herkes yeteni istiyordu. Kendine yetebilen vermeye yanaşmıyordu. Tüm bu olacakları öngören insan sayısı o zamanlar çok fazla değildi. Onları dinlesek, tüm yaşananları, olmadan durdurabilecektik. Keşke o günlere dönüp düzeltme şansımız olsaydı. Keşke o günlere dönüp, sesimizi daha fazla çıkarabilseydik, ortak derdimizi herkese anlatabilseydik. 28 Nisan 2007'deki mitingi hatırlıyorum. Yüzbinler bekleniyordu. Bu o zamanlarda iyimser bir tahmindi. Milyonların gelmesi gerekirdi. Onbinlere ancak ulaşılabildi. Sonraki aylarda bir miting daha düzenlendi. Belki de bu son şansımızdı. Aylardan Haziran'dı. Yine, umursamayanların sayısı daha fazlaydı. O güzel insanlar, biz anlayabilelim diye ellerinden geleni yaptılar. Açık Radyo dışında destek veren yayın kuruluşu olmamıştı. Diğerleri bize yalnızca dizi izletiyordu. Ne bir uyarı, ne bilinçlendirici yayınlar. Yalnızca daha fazla ratingi düşünüyorlardı. Devlet büyüklerimiz ülke çıkarları adına dünya için birşeyler yapmaktan kaçınıyordu. ABD ne yaparsa, ne derse onu yapıyorduk. Canım kızım. ben artık yanınızda olamayacağım. Kardeşine iyi bak. Siz birkaç gün fazla yaşayabilin diye, ben gidiyorum. Yanaklarınıza öpücük kondurup, çıkacağım bu karanlık delikten.

*Bu mektup http://www.kuresel-isinma.org/kuresel-isinma/gelecekten-mektup-var.html
adresinden alıntıdır.

Cumartesi, Mayıs 19, 2007

Bana çocukluğunu anlat...

.
.
Her şey ya anne babalar ya da eski sevgili veya eşler yüzünden...
Öyle değil mi?
Bu aralar herkesin bunalımına göre bir günah keçisi var.
Keçiler, bunalımın konusuna, bunalanın cinsiyetine göre değişiyor.
Öyle böyle değil, herkes bunalımda...
İçime fenalık geldi.
Psikoloğa, psikiyatra gitmek ayıp olmaktan çıktığından beri etraf bunlarla doldu.
Onlardan iki kelime, üç teşhis öğrenen herkes başımıza psikolog, psikiyatr kesildi.
Onlar da, her sıkıntıyı çocukluk yıllarına bağladıklarından mıdır nedir, bir anne baba düşmanlığı bir eski eş düşmanlığıdır gidiyor...
Psikoloğa giden, gitmeyen herkes kendisine bir keçi bulup çıkarıyor.
Çoğu kulaktan dolma bilgilerle kendi teşhisini kendisi koyar oldu. Oturup düşünüyor...
Çocukluğunda yaşadığı bütün kötü olayların seceresini çıkarıyor.
Zanlıyı da seçiyor. Başlıyor yargılamaya.. .
Ama bu yargılama süreci çoook uzun sürüyor. Anne veya babasıysa duruşma hiç bitmiyor.
Eski eş ya da sevgiliyse ipini çekiveriyor. Geçenlerde bir arkadaşım anlattı; annesi kanepede uyuklarken o da telefonla konuşuyormuş.
Arkadaşına küçüklüğünde yaşadığı bir olayı anlatıp sonunu da "İşte o yüzden..." diye başlayınca annesi birden irkilip şöyle demiş:
"O da mı benim yüzümden!" Sonra da uyumaya devam etmiş.
O hale geldik yani...
İyi de, verilen hiçbir ceza ıstırapları karşılamıyor. Çünkü karşılarsa bunalımının bitmesi lazım. Bu yüzden bunalımlı bunalımlı yaşayıp gidiyorlar.
Kendi kendilerine gitseler yine iyi...
Bizi de bunaltıyorlar.
Dedim ya, bunlar kendi aralarında bunalımın türüne veya bunalanın cinsiyetine göre ayrılır...
Annesinden bulanlar: Genç kadınlardır. Başlarına gelen bütün felaketler annelerinin yüzündendir. Okumayanlar, iyi biriyle evlenmeyenler, arkadaşı olmayanlar ve cinsel hayatı kötü olanlar...
Babasından bulanlar: Genç kadınlardır. Sevgilisinden ayrılanlar, tek gecelik ilişkiyi aşamayanlar, cinsel hayatı kötü olanlar...
Eski eş ya da sevgiliden bulanlar: Genç kadınlardır. Aşırı dağınık ya da titiz olanlar, fazla dekolte giyinenler, seks düşkünleri veya cinsel hayatı kötü olanlar...
Erkekler mi?
Onlar genellikle yukarıda sayılan bunalımlı kadınları tavlamaya çalışıyor.
Tavlıyorlar da...
Onların en kolay lokmaları, bunalımlı kadınlar.
Bakınca anlarlar. Nasıl mı... Onu da sonra anlatırım.
Şimdi konumuz bunalım.
Televizyonlarda "Annem babam ayrıldı" diyen ağlıyor...
"Çocukluğumda fakirdik" diyen ağlıyor...
"Zengindik ama sevgi yoktu" diyen ağlıyor...
Onu gören dolduruşa geliyor başlıyor o da ağlamaya...
Hatırlıyor. "E o zaman benim sıkıntım da bu yüzden" deyip o da ağlıyor...
Öfff... Başarısız herkesin kendinden başka o kadar çok nedeni var ki...
Kimse "ben yapamadım", "bu da olmadı, boşver", "şimdi ne yapmalıyım" diyemiyor...
Yeter!
Çok bunaldım.
.
.
Dilek Önder / Vatan gazetesi

Pazar, Mayıs 13, 2007

sol yanım acıyor anne

annelerimizin kiymetini bilelim....

ANNE KİMDİR ?


Bir erkek çocuğun kaleminden çıkmış ...



ANNE,


dünyada karşılık beklemeden börek yapan tek insandır. Karşılıksız sevginin ete


kemiğe bürünmüş halidir! Ne kadar üzsen de 10 Dakika sonra seni affeden


zarif bir memeli türüdür, yağlı bile olsa tiksinmeden saçını okşayan,


kucağına yatıran, öpüp koklayan tek varlıktır,meleğ in süt verebilenidir.


Yarasın diye muhallebinin içine ciğer katarak çocuğuna yediren


manyaklık derecesinde yaratıcıdır.


Yemek yemeyen çocuğun dikkatini çekmek için elindeki tencere ve


tavalarla maymunluk yapabilen kişidir, kafayı çocuklarıyla bozmuş,göbek


bağı kopsa DA yürek bağı asla kopmayan, sevgi dolu fedakar insan dişisidir,


bulaşık, ütü, vb yaparken bile otomatik olarak çene çalan,kendi kendine


konuşan, kadın dırdırı denen mereti erkeklere daha küçükten belletendir.


Yemek uzmanı, düzen insani, bilgili, kültürlü her şeyi bilen şahsiyettir, yavrularını yol


tarafından değil, kaldırım tarafından yürütendir,Dizi dizi incidir


lakin gerektiğinde laf sokma dalında DA birincidir,sevgiliden ayrılma


haberi verildiğinde, "amaaan ben sana daha güzelini bulurum" diyebilen


komik bir karakterdir. 'Oğlum aradım yoktun. Bende mesaj atayım dedim


sana. Gelince ara beni EMI aslan evladım. şapkasız çıkma o karılarla.


Kara börülcem benim öptüm annen , seklinde mesajlar atabilen,


teknolojiyi ısrarla reddeden, kabullenemeyen, kafasına göre Yorumlayan


bilişim düşmanıdır ..


*** AMA ... AMA dünyanın en güzel kucağına


sahip, en güzel kokan, harikulade bir varlıktır , olmadık yerlerde iyi ki


doğurmuşum Ulen seni!" diyen ve benim hatırıma benimle Freddy mercury


dinleyen bir sabır ağacıdır,evlatlarını asla ayırmayan, ayni zamanda


birbirinden Koruyan güç abidesidir evde bir yere uzandığınız an orada


temizlik yapacağı tutan,Temizlik konusunda kayışı kopardığından


temizlikçi gelecek diye evi Temizleyen balans ayarı kaçmış temizlik


kaynağıdır,Mutfakta yasayan, evde Herkesi idare Eden ve geceleri baba


denen yasal sevgilisiyle sevişen bi Tür canlıdır,iyiliğin,


merhametin,acayip bir şefkatin, sadakatin . Sevginin


güçlerini birleştirdiği sonsuz bakiredir !!>oğlunun damat - kızının


gelin olduğunu görünce, çocuğu mezun olunca,çocuğu gol atınca,çocuğu


hasta olunca, çocuğu askere gidince, asmalı kabağı seyredince,Dolar


yükselince velhasıl buna benzer Ota-boka bir sürü şeye ağlayabilen, bu


mesajı okurken duygulanıp - gözleri dolabilen,ağlamaya Meyilli bir yapısı


olan duygu pınarıdır, son kiiii üç dört;Uzakta dursa DA yakın


hissedilen, canı hep istenen, asla vazgeçilmeyen, Dizinin dibinde olmak


istenen, evlatların varlığını varlığına armağan edebileceği,


*** ıslak - kuru AMA heeeep duygulu*** Tek kadın


modelidir...



BüTüN ANNELERE SEVGİLER .



*TÜM ANNELERİN ANNELER GÜNÜNÜ BENGİHAYAT OLARAK KUTLARIZ. İYİ Kİ VARSINIZ...

Cumartesi, Mayıs 12, 2007

BİLGİ

Bende bir yumurta var.
Sende bir yumurta var.
Eger,
Sen bana bir yumurta verirsen,
Ben sana bir yumurta verirsem,
Yine sende bir yumurta,
Bende bir yumurta olur.
sayet,
Sende bir bilgi var.
Bende bir bilgi var.
Ben sana bir bilgi verirsem,
Sen bana bir bilgi verirsen,
Sende iki bilgi,
Bende iki bilgi olur.

Konficyus

 

Çarşamba, Mayıs 09, 2007

Türkçe


Türkçe'nin devlet dili oluşunun yıldönümü oluşunun yıldönümü nedeniyle şu sıralarda 730. Karaman Türk Dil Bayramı Haftası etkinliklerini yaşıyoruz. Ama malesef dilimizi de kaybettiğimiz daha da aşikar oluyor bugünlerde. Örnek mi Uluslararası Avrupa Şarkı Yarışması'nı izleyenler Türklerin arı , güzel dili bu muydu sorusunu yöneltilebilir. Veyahut ülkede siyaset üzerine yazan gazete yazarlarının Fransa'dan ve İngiltere'den ithal kelimeleri ile bezenmiş yazılarını okuyunca ben Hürriyet, Zaman, Cumhuriyet değil de Le Pen veya The Guardian mı okuyorum diyebilir.
.
.
Tüm bu yazdıklarım birazcık düşünmek adına , kendi kendimize yabancılaşmamız adına. Bizim Türkçe öğretmenimiz arı dilimizi kullanan şairlerimiz değil, bizi kelimelerle seyahate götüren yazarlar değil , tezenesine duygumuzu yüklediğimiz aşık değil. Malesef.....Türkçemizi kendini unutmuş yarışma jüri üyelerinden, şarkı söylediğini sanan televizyon ekranlarından ayrılmayan gençlerden öğreniyoruz.
.
.
Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca Türkçe için benim ses bayrağım diyor. Malesef bu bayrağı unutuverdi Türk Milleti.Yurtdışında gurbette yaşayan Türkler Türkçe konuşturulmak istenmiyor
ama onlar dillerine sahip çıkmak konusunda bizden daha kararlı. Bayarağımıza sahip çıkmaya bayrağımızı tüm dünya ülkeleri arasında gururla dalgalandırmaya davet ediyorum sizleri.  Türkçe'ye sahip çıkalım o bizim  bayrağımız, kendimiz. Dilimize sahip çıkmalı ki var olalım dünya milletleri arasında.

Pazartesi, Mayıs 07, 2007

HIDIRELLEZ

Hıdırellez Bayramı (Hıdrellez), Türk aleminde kutlanan mevsimlik bayramlardan biridir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas’ın yer yüzünde buluştukları gün olduğu savıyla kutlanmaktadır.
.
5 Mayıs ı 6 Mayıs a bağlayan zamanı Hıdırellez olarak idrak ettik. Hıdırellez bizim kültürümüzde farklı anlamlar atfedilmiş ve bu anlamda da çeşitli ritüeller oluşmuştur.  Bu gün özellikle dileklerin gerçekleşeceği inancıyla ritüeller şekillenmiştir. Hıdırellez bir canlanıştır. Bu  canlanışta bir çoğumuz da  gülün dibini eşeledik bozuk para koyduk veya güle kırmızı kurdela bağladık Allah'a dileklerde bulunduk. Dileklerimizi kağıda yazdık katladık ve akan suya bıraktık çabucak gerçekleşmesi ümidi ile.Hızır'ın hanemize uğrayıp bereket getirmesi amacıyla cüzdanımızı açık bıraktık, ibrik  havlu ve un hazır ettik.
Ve hatta bazıları arzuladıkları arabanın resmini çizdi veya çöplerden ev yaptı.
.
Hıdırellez bereketin yanısıra canlanışı da ifade etmektedir, toprağın canlanış zamanıdır  güneş gülümsemeye başlamaktadır. Bunun en önemli örneklerinden birisi Türkmenlerin saf yoğurt mayası elde etme zamanı olarak hıdırellezi görmesidir; hıdırellezi de içine alan 3 gün içerisinde bitkiler üzerindeki çiğ damlaları toplanır ve bu şekilde yoğurt mayalanır elde edilen maya defalarca kullanılır. Ümidim de odur ki hıdırellez ile gelen canlılık herkese yansır dilekler Allah katında kabul olur hanelere bereket gelir....

 

Cumartesi, Mayıs 05, 2007

Salı, Mayıs 01, 2007

baris

Turkiyemiz hep istah kabartiyor nice senaryolar yazıyorlar ulkemiz uzerine bize dusen bu zamanda ic barisimizi butunlugumuzu korumaktir.