Çarşamba, Kasım 05, 2008

Fotoğrafın dilinden








*alıntıdır.

Perşembe, Ekim 30, 2008

Saatler




Zaman, yeryüzünün durduramadığımız ama insanoğlunun da pek çok durdurmak istediği kavram... İnsanoğlu bu durdurma sevdasından mıdır nedir bilinmez hala güneşin bazı zaman dünyada daha uzun bazı zaman daha kısa hakim olmasına alışamamış saatlerle oynar durur.


Çocukluğumda da nedenini çözemedim hala da nedenini çözemedim : biz saatleri neden geri alıyoruz ? Haber bültenlerinde ileri saat uygulamasında olduğu gibi tasarruf edilen kwh enerji miktarından da bahsedilmiyor çünkü kaybedilen enerji var. Umarım hiç bir aklın almadığı bu alışkanlıktan vaz geçilir güneşin uzun durması da kısa durması da güzel denir evlere karanlık olmadan kavuşulur sevgiyle kucaklaşılır.


Güneş aydınlatma süresi, ışınların gelme derecesi ve bir çok nedenle bizi etkiliyor ve bu etkiler hiçbir zaman sabit olmamalı bence ; mesela her daim soğuk, her daim sıcak veya her daim gece olamaz insan da öyledir ama onu var eden sevgisi hep vardır. Haykırmak ister sevgisini ( ben kendimden biliyorum, eşime olan sevgimden biliyorum) yelkovanla akrepin koşusunu izler sevdiğine kavuşmak için ah bi de saatlerle oynamasalar ...

Pazartesi, Ekim 13, 2008

radyo yayında


Bir aranın ardından bengihayat radyo yeniden sizlerle olmaya başlıyor. Radyomuz yakında düzenli bir yayın akışına da kavuşacaktır. Sitemize ve radyomuza destek vermek için reklam linklerine tıklayabilirsiniz.

Pazartesi, Ekim 06, 2008

Bayramı Yaşamak



Bir bayramı da geride bıraktık, yorucu ve mutlu edici bir koşunun ardından ipi göğüsler misali. En güzel isimlerin sahibi rahman ve rahim olan Allah'a Kuran-ı Kerim'in indiği ay olan oruç ayı Ramazan da misli ile dua ettik, şükrettik, sabrettik, daha çok paylaşarak paylaşmanın mutluluğuna erdik. Ramazanın ardında armağan olan bayram visal oldu.


Bayram bir visal oldu ne zamandır görmediğimiz yüzleri görüp hal hatır sormak için, bir çocuğu sevindirmek için, daha önceden hiç merhaba demediğimiz insanlarla içten tebessümle tokalaşmak için, özlemle her daim yüreklerde olan sevdiklerimizle yolllar tepip kucaklaşmak için. Bayram evvelinde bize külfet gelen birçok şeyin olmasına vesile olarak ruhunu da bizlere gösterdi.


Bu sene yaşadığımız Ramazan Bayramının iki güzelliği daha vardı ; bunlardan birincisi bayramın ilk günü toprağın kana kana rahmeti içmesi bir diğeri ise tatilin biraz olması nedeniyle daha çok insanın kilometreler ötesinde sevdiklerini görmesi idi. Gönül istiyor ki bayram öncesi güzellikler ve bayramın ruhu sürekli olsun , bengi olsun...


Geçmiş Bayramınız Mübarek Olsun.

Çarşamba, Eylül 24, 2008

YOKUŞ

Bir yokuşun da sonuna geldik sayılır bu zamanlar. Yorgunluk var üzerimizde ama bu yorgunluk pek tatlı bir yorgunluk. Hakkı ile bu yokuşu çıkabildiysek pek bir hafifledik demek ; şimdi yokuşu tamamladığımızda alabildiğine haz veren manzarayı büyük bir keyifle seyretmeli.

Ramazanın keyfine kendi iç dünyamıza dalarak ve bizlerde var olanı paylaşarak varabildiysek bu tatlı yorgunluğun ardındaki bayramın keyif dolu huzuru daha bir başka olcaktır. Şu günlerde Kadir Gecesinin de içerisinde bulunduğu son Ramazan günlerini yaşıyoruz içerisinde bulunduğumuz hicri yıla dair bu keyif had safhada olmalı belki de bir lütuf ile bu keyif tüm zamanımız aegemen olur hem ne denir:? her geceyi Kadir Gecesi bilmeli.

Yokuşun sonuna az kaldı bırakalım yorulalım tatlı bir şekilde sonra yokuş arıyacağız bir süre daha. Biz bu yokuşun keyfini en güzel haliyle çıkartalım dostlar.

Pazartesi, Eylül 22, 2008

Silin Borcunu

Büyük dedelerimizin hatırlayabileceği bir gelenek vardı Ramazan ayında;

Hâli vakti yerinde olanlar kılık-kıyafet değiştirerek hiç tanı­madıkları mıntıkalara gidip, bakkalın manavın tenha za­manlarını seçerek sorarlarmış:

«Zimem defteriniz var mı?» diye,

Zimem defteri, o esnaftan borcuna yani veresiye mal alan mahalle sakinleri­ne ait hesap defteridir: Borçlu ile borcunun miktarı yazılı olan defter.. Esnaf bu defteri çıkarınca, gelen şöyle dermiş:

«Lütfen baştan, son­dan ve ortadan şu kadar sayfanın yekûnunu yapınız» Esnaf bu kadar sayfanın yekûnunu yapar, söyler; gelen de kesesini çıkarır, onu öder:

«Silin borçlarını. Allah kabul etsin» der, çeker gidermiş. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtar­dığını bilmezmiş.

İşte, hiçbir maddi çıkar düşüncesi gözetmeksizin sırf Allah'ın rızasını ka­zanmak ve din kardeşinin sıkıntısını gidermek amacıyla karşılıksız borç vermeye karz-ı hasen denilmiştir. «Hasen» olarak nitelenmesi, amacındaki ruh yüceliğinden ileri gelmektedir.


* Kaynak : http://ramazan.kimseyokmu.org.tr/GerekliBilgiler.aspx?Gb=28

Salı, Eylül 16, 2008

Ramazan ve Değişim



Ramazan her sene kapımızı çalan bir arınma deryası. Ramazan geldiğinde öyle bir gelir şehir değişir, teneffüs edilen hava değişir, sofralardaki yemek değişir, insan değişir.... Ama son zamanlarda gördüğüm ramazanın değişimine karşı bir direnç beni çok üzüyor.


Yaşımız henüz kemale ermedi belki , büyüklerimize göre çokça Ramazan da görmedik, şunun şurasında 12-13 senedir orucu bi gayretle tutmaya yaşamaya çalışıyoruz. Ben Ramazan ın atmosferinin oruçla başladığını fakat bununla sınırlı kalmadığını düşünüyorum. Bu böyle olmalı fakat şimdilerde öyle olmaığını gözlemliyorum malesef. Ramazan da tüm şehir kaynaşmalı , mahalle kaynaşmalı, yalnız yapılan iftarları bırakın yalnız yapılan sahurlar bile istisna olmalı . Ama malesef sofralar kalabalık değil, Ramazan davulunun notası kayıp , mahallenin canlılığı yok, her gün farklı bir camide teravih için saf durma telaşı yok. Bir an evvel ezan okunsa ezana kadar biraz daha uyusam telaşı hakim şehirde ve kalplerde şimdilerde.


Umuyorum Ramazan tüm ihtişamıyla kalplerde , mahallede, şehirde yine olacak o kutsi atmosfer saracak tüm şehri iliklerimize kadar o Ramazan huzurunu ve bereketini yaşayacağız. Yüce Allah bizlere son zerresine kadar nasiplendiğimiz her anınını her yönüyle içinde yaşadığımız Ramazanların olduğu anlar nasip etsin.

Çarşamba, Ağustos 06, 2008

Hayata Merhaba



Hayata yeni umut dolu gülümseme ile "merhaba" demek; hayatı yeniden görmek farklı anlamlarla... İnsan bu merhabayı en başta ilk nefesi aldığında yaşıyor, insanoğlu büyüyünce vakti zamanı gelince nefesinin yanında bir nefes daha olunca hayat penceresinde umut dolu gülümsemeler ile bakıyor.


İnsanın hayatta ilk nefesi ile oluşan gülümsemede bir "evet" yok ama hayatta yeniden anlamlanan gülümseme için önemli bir "evet" var. Bir izdivaç kararı ile hayat yolunda omuz omuza adımlamak her anı birlikte yaşamak gayreti çok farklı ve anlamlı bir eylem.


"Evet" in anlamlı gülümsemesini ben, beni gülümseten "hayatımın anlamı" ve bizler gibi tereddütte olmadan "evet" diyen çift yürekler yaşıyor. Gülümsemeler hiç bitmesin....

Salı, Haziran 03, 2008

Mevlana'dan


Şu insanlardan hangisi ben'im?
Hele sen şu kavgayı, gürültüyü dinle, ağzıma, sözüme
kulak asma.
Hem sen beni elden çıktı bil.
Yoluma kadeh madeh koyayım da deme.
Önüme ne çıkarsa tuzla buz ederim.
Hem ben tıpatıp sana benzerim.
Ağlarsan ağlarım, gülersen gülerim.
Asıl sen vardın ortada, ben senin elinde bir ayna.
Sen yeşillikte bir ağaç, ben senin gölgen.
Ben senin gôlgen olduktan sonra
Hemen gider kendime bir dost ararım
Kurmak için yanında çadırımı, ararım bir taze gül fidanı.
Sonra sâkinin kapısına varır, vurur testimi kırarım.
Sonra oturur bardak bardak içerim ciğerimden akan kanı
*alıntıdır

Müzik

Bengihayatı gezerken aynı zamanda müzik te dinleyebiliyorsunuz ama benim yoğunluğumdan dolayı müzikler zamanaşımına uğradı yeni müzik listesi için sizler de blogun düzenine içeriğine uygun şarkı tavsiyesinde bulunabilirsiniz.


http://www.hayatimdegisti.com/

Faydalı güzel bir site gezmekte fayda var derim.

Uyumak

'BİR MİLLET UYUYORSA
UYANDIRMAK KOLAYDIR.
UYUMUYOR DA UYUYOR GİBİ YAPIYORSA
NE YAPSANIZ NAFİLE,
UYANDIRAMAZSINIZ.'

(Indra Ghandi)

Pazartesi, Mayıs 05, 2008

Hoş Geldi Bahar


Bugün 5 Mayıs , dünyada birçok kültürde Mayıs ayının ilk haftasının ayrı bir yeri vardır . Mayıs ayıyla birlikte kışın son bulduğu ve baharın kenidisni gösterdiği tescillenmiş hatta bazı yerlerde kirazlar ve erikler bile olmuştur. 5 Mayısı 6 Mayısa bağlayan zaman Hıdırellez olarak kutlanmaktadır. Rivayete gittiği yere bereket getiren Hızır aleyhisselam Hz. İlyas'ın buluştuğu gündür. Gerçekten de Anadolunun çiftçilikle de hayvancılıkla da uğraşan insanı birçok işinde hıdırellezi takvim olarak esas almaktadır.


Varlığın uyanışı anadoluda ve diğer kültürlerde de farklı isimlerle kutlanmaktadır. Bu bir anlamda insanın kendisini ne kadar istese de diğer canlı aleminden dışlayamamasının gösterimidir. Doğanın canlılığı biz inanırsak bize de canlılık katacaktır.


Hıdırellez adeta tüm varlığın kışın soğundan uyanıp yeni bir canlılığa bürünmesi olarak kabul edildiği için dileklerde bulunmaktadır insanoğlu; bir eş, bir iş, bir evlat, bir araba ve sair dilekler. Evet kimilerimiz dileklerimizi kaleme alacağız, gül dalına tüm içtenliğimiz ile kurdela bağlayacağız, gül dibine temiz kalp ile bozuk para bırakacağız , mayalı yiyecek ve içecekler yapacağız ama sonuçta ne dilersek dileyelim Allah tan dileyeceğiz.

Cuma, Nisan 04, 2008

DÜŞ VE KABUS

Ali Ural
aliural@hotmail.com


Rosa Parks, düş kuruyordu cam kenarında. Otobüs Alabama’nın varoşlarından merkezine doğru yeni yolcular alarak ilerliyor, Rosa Parks, her durakta düşüne ara verip, siyah teninin içinde yanan gözlerini kapıya dikiyordu. Düş kesintilerle birkaç durak daha sürdü ve Rosa Parks, beyaz bir gölgenin ağırlığıyla gözlerini açtı.

Başında dikilen beyaz adam kendisine yer vermesini bekliyordu. Daha doğrusu emrediyordu. Rosa Parks, adamı süzdü. Keşke yaşlı olsaydı. Keşke hasta ya da özürlü olsaydı. Rosa Parks yer vermede geciktikçe adam kelimelerini gırtlağına indirip gargara yapıyor, anlaşılması zor cümlelerinin arasında sık sık “Jim Crow” adı geçiyordu. Çünkü bu eyalette Jim Crow Yasaları geçiyordu. Rosa Parks, bir rüyadan aniden uyananların üzerlerinden hemen atamadıkları düş parçalarına kapandı, onları vermemek için koltuğunun demirlerine sımsıkı yapıştı ve sonunda koltuğundan kaldırıldı. Hayır kaldırılmadı. Gıcırtılar çıkaran paslı bir çivi gibi söküldü yerinden ve hapishaneye çakıldı. Zira Jim Crow Yasaları’na göre zenci yolcular beyaz yolculara otobüste yerlerini vermek zorundaydı.

Rosa Parks’ın bir otobüs koltuğunda bıraktığı düşlerini 26 yaşındaki siyah bir adam buldu: Martin Luther King. “Bir düşüm var!” diyerek Parks’ın yarıda kalan rüyasının tabirlerini yaptı yaşadıkça. Yaşadıkça hakikat anıtlarının hayal kaideleri üzerinde durduğunu gösterdi. 22 yaşında öğretileriyle tanıştığı Mahatma Gandhi’yi hatırladı King. Yaşasaydı ne yapardı Gandhi? Ne yapardı Amerika’da bir zenci olsaydı? Şüphesiz bir otobüs boykotu düzenlerdi. Mademki beyazların oturarak, zencilerin ayakta seyahat etmeleri isteniyordu, o halde zenciler ayağa kalkmalıydılar, fakat sokakta. Tam 382 gün sürdü direniş. Gandhi’nin küllerini gülümsetti ilk zafer. Otobüslerdeki ayrımcılık yeni bir yasayla kaldırıldı. Alabama’yı Geliştirme Derneği Başkanı Martin Luther King’in evine atılan dinamit, gökyüzünde patlayarak bir havai fişek gibi düşsel renklere ayrıldı.

Sırada rüyanın yeni tabirleri vardı. Siyahlar oy kullanamıyor, birçok alışveriş merkezinde beyazlarla birlikte çalışamıyordu. Atlanta’da yanına aldığı 33 gençle bir alışveriş merkezinin kafeteryasına oturdu Martin Luther King, ayrımcılığı protesto etmek için. Bağırıp çağırmadılar. Şiddete başvurmadılar. Sadece oturdular bir arada. 33 siyah adamın beyazların alışveriş ettiği bir kafeteryada yan yana oturması ne kadar korkunçtu! Güvenlik güçleri çok geçmeden çarşının içerisindeki bu siyah lekeyi sildi ve otuz üçlük tespihin imamesi King’i yargı önüne çıkardı. Mahkeme Martin Luther’i suçlu bulmak isterdi. Ne yazık ki onu mahkum edecek bir kanıt yoktu ellerinde. O halde bütün dosyalar taranmalı, King’in bilinmeyen suçları ortaya çıkarılmalıydı. Sonunda operasyon başarıyla tamamlandı ve Martin Luther King birkaç ay önce işlediği basit bir trafik ihlali gerekçe gösterilerek Reidsville Eyalet Hapishanesi’ne gönderildi.

Hapishane kapıları bir kez açılmaya görsün, bir kez mahkumu sevsin taş duvarlar, arkası gelirdi bu konukseverliğin. İşte zencilerin haklarının arandığı bir başka gösteri sonunda köpeklerle üzerlerine saldırılmış, basınçlı sularla yerlerde sürüklenmişler ve sonunda kendilerini Birmingham cezaevinde bulmuşlardı. King olanları yadırgamıyordu. İnsanlığın hasımları görevlerini yapıyordular. Acı olan dostların suskunluğuydu. Hem şiddete başvurmadan yapılacak eylemler meyvelerini bir gün verecekti, kendileri tadamasa da. Sorunlara gözünü yuman halk bir gün vicdanıyla karşı karşıya kalacaktı. Birmingham cezaevinden yazdığı o büyülü mektubunda şöyle diyordu King: “Acı deneyimlerimizden biliyoruz ki, ezenler özgürlüğü asla gönüllü olarak vermezler; ezilenlerin özgürlüğü istemesi gerekir.”

King, Gandhi gibi gücünü Tanrı’dan alıyordu. İnsanın Tanrı’yla olan ilişkisi üzerinde israrla duran Martin Luther, “Paul Tillich ve Henry Nelson Wieman’ın Düşüncelerinde Tanrı Kavramının Karşılaştırması” adlı bir doktora tezi vererek bu arayışını bir temel üzerine oturtmaya çalıştı. King’e göre insanın kurtuluşu ne Walter Rauschenbusch’un iddia ettiği gibi toplumsal ilerleme ne de Wieman’ın ileri sürdüğü gibi tek başına “us” aracılığıyla gerçekleşebilirdi. Kurtuluş için, Tanrı’nın yol göstericiliğine teslim olmaktan başka bir çıkar yol yoktu.

25 defa tutuklandı King, 10 milyon kilometre kat etti bu yolda. 2.500 konferans verdi. 5 kitap, sayısız makale yazdı. 4 kez suikasta uğradı. Nobel barış ödülü aldı. Kapak oldu Time’e. “Yılın adamı” dendi ona. Sonra aynı dergi “Sakıncalı” ilan etti onu. Çünkü bir türlü tatmin olmuyordu. Vazgeçmiyordu Rosa Parks’ın düşlerini tabir etmekten. Çünkü o vadesi gelmiş çeklerin artık bozdurulmasını istiyordu.
*alıntıdır

Perşembe, Nisan 03, 2008

Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinden Bir Kıssa



İnanana, imân edene ışık ve ibretCahile, inanmayana masal...
Bir zamanlar Irak’ta büyük bir çiçek hastalığı salgını olur. Bütün ülke, bu hastalıktan ölenler, gözleri kör olanlar, kulakları sağırlaşanlarla dolar. Bu durum karşısında zamanın hükümdarının karşısına gelen biri:
“Efendimiz, Kerbelâ’da fakir bir nalıncı var. Bu zat, Fahr-i Kâinat Efendimizin, Ehl-i Beyt’in, cümle Allah Dostlarının âşıklarındandır. Kendisine müracaat eden tabiplerin iyi edemedikleri hastaları, bir dua okuyarak ve bazı öğüdlerde bulunarak iyi ediyor.
Belki himmet eder de, dua buyurur ve bu âfetten kurtulunur. Kendisine usûlünce bir başvuruda bulunulursa iyi olur kanaatindeyim.” der.
Bunun üzerine, nereden ne arayacağının, kime başvuracağının şaşkınlığı içerisinde bunalan hükümdar birkaç adamını göndererek kemâli hürmetle ihtiyarı sarayına davet ettirir.
Yaşamının gayesi sadece Allah’ın kullarına yardım ve hizmetten ibaret olan Allah Dostu, bu davet üzerine hükümdarın adamları ile birlikte hükümdarın huzuruna varır. Hükümdar, nalıncı Sultan’a hitaben:
“Görüyorsunuz ki; alınan bütün tedbirlere, uygulanan tedavi yöntemlerine rağmen hastalık önlenemediği gibi, gittikçe yayılmaktadır. Himmet buyurur da bu hastalık önlenirse sizi baş imam yaparım.” der.
Bunun üzerine ihtiyar sert bir ifade ile:“Hâşâ, Biz yapılan bir hizmetin karşılığında, dünya sultanlarından hiçbir karşılık beklemeyiz. Ama müsaade ediniz, bir odada yalnızca Rıza-i İlâhi için iki rekât namaz kılayım. Zira, sunulan himmetle şimdiye kadar hastalara tek tek şifayâb olunmakta idi. Bu durum ise, kütleye himmetle ilgili olup, Hakk’a karşı bir cür’et olmasın.” der.
Kendisini bir odada yalnız bırakan hükümdar ve erkânı, dışarıda merakla ve heyecanla bekleşirler. Bir süre sonra ihtiyar tertemiz, beşuş bir yüz ifadesiyle kapı önünde görünerek:
“Hükümdarım, bütün âfetlerin nedeni; beşerin, toplumların, kişilerin kulluk çizgisinden, hak ve adalet ölçülerinden sapmalarıdır. Dosdoğru, apaydınlık yoldan ayrılmayınız.
Evet dualarımız, BİR ŞEYE OL DEYİNCE, OLUVEREN saltanatın içinde erimiş, hüküm icrâ olunmuştur. Bundan sonra hastalığın çekileceğini ümit edebilirsiniz.” diyerek çıkar, gider...
Arkasından bakanlar, şüpheden şüpheye düşerlerse de, o günden sonra hastalık seyrini değiştirir ve kısa bir süre sonra da tamamen kaybolur.
Bunun üzerine hükümdar zora düştüğünde aynı duayı okuyarak güçlüklerin önlenebilmesi düşüncesiyle, Nalıncı Baba’ya müracaatla, okuduğu duayı öğrenmek ister.
Her ne kadar Nalıncı Baba:
“Kalelerin arkasına ermeden, bu duanın metnini öğrenseniz de, etkili olmaz.” diye uyarırsa da, hükümdarın ısrarı üzerine;“O halde nedenini anlatayım” diyerek şöyle devam eder: “Muhyiddin-i Arabi Hazretleri Mısır’da yüce Allah’ın ilim güneşi olarak parladığı dönemde... O’nun eğitiminde nasibi olan kullar Hakikat İlmiyle feyizyâb oldukları sırada... etrafında toplanan kalabalıktan ürken vaktin zahiri sultanları, etraflarındaki vehim ehli ile birlikte hased, kıskançlık, şüphe ateşini körükleyerek; güya, Hakk’ın insanlara bir rahmet ve kurtuluş olarak sunduğu O Güneşi karartmak için kendilerince tedbir alıp, tertipler düzenlemeye niyet ederler...
Bu arada deliller edinmek üzere, emniyet teşkilatında hizmette bulunan beni görevlendirdiler. Böylece, bir vesile ile Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’nin öğrencileri arasına karıştım. Zamanla, O Yüce Zat’ın o derece sevgisinin, şefkatinin, hilminin, ilminin ve şahsiyetinin tesirinde kaldım ki; maksadı değiştirip bütün benliğim ve imkânlarımla O’na yardımcı olmaya çalıştım.
Bu derece samimiyet ve bağlılığımın farkında olan O Ulu Hazret, bir gün beni karşısına alarak;
‘Bak oğul, bir kişi bir çok evrimlerden geçerek kemâle erer, kul olur, insan olur. İlk önce kendi ceset şehrinde faal olan ve tüm yaşamını düzenleyen cüz’i ruhunun mevcudiyetini ve O olduğunu idrâk eder.
Bu hakikate açılan gerçek kapı olup, olgunluğa doğru atılan ilk adımdır. Ruhun ölümsüz olduğunu, bedene dokunan tüm zararlardan uzak bulunduğunu idrâk eder. Aslına doğru seyirle ikinci adımını atarak, Hakk’ın varlığı, kudret, azamet ve tasarrufu ile tüm halleri ve âlemleri kuşattığını anlar. Bu anlayışla yepyeni görüş kapıları açılır. Hakk’ın azametinden titreyen ruhu; unsurların karanlık vasıflarının örtülerinden, etkilerinden temizlenip kurtulabilmek ve böylece aslına dönebilmek için yolu üzerindeki engelleri kaldırmak maksadıyla mücadeleye (savaşa) başlar.
Böylece, nefsi emmarenin esaretinden, baskılarından kurtulup, arınan ve özünün saflığına karışan ruh, yeni bir aşamaya kavuşarak; Aslının Hak olduğunu ve dolayısıyla bütün olanaklarının kaynağının Aslından olduğunun idrâkiyle;
Külli Sevgiyle, akılla, hikmetle bütünleşerek, yepyeni gerçek bir zindelik kazanır. İlerleme devam ederek, “CÜBBEMİN GERİSİNDE O’NDAN BAŞKA BİR ŞEY YOK.” diyenlerin safına karışır.
Zahirde ve batında (dışta ve içte) var olanın, tecelli halinde ayân olanın Hakk’ın kendisi olduğunun idrâkine erişerek; içten ve dıştan ayrı söyleyişler, ayrı aykırı görüşler ortadan kalkar.
Daha ilerideki safhada, zahir ehlinin anlayışı kalkar; zaman, mekân, cihet kayıtları silinir, ezel ebed bir demde haşrolunur. Her anı kuşatan Nur zuhur eder, önceki haller bu Nur da cem olur.
Böylece zamanın hükümlerini taşıyan ve o hükümlere, emirlere göre hareket eden “İBN’ÜL VAKT” (Vaktin Oğlu) tecelli eder. İlerleme devam eder. Bu defa kul, her şeye ayna olur. Her şeyde de kendi aksini görür. Tüm zamanların üstüne çıkar. Bu hali anlatmanın sonu yoktur.
Bundan önce her şeye Hak’tır derken, bu makamda Enel Hak der. Nihayet kul aslına, ALLAHÛ SIRF DERYASI’na gark olur. Bu gark oluşta “MUTLAK FENA VE YOKLUK” hali tecelli eder.
Kul, her şeyiyle Hakk’ın Zat’ında yok olur. Ne kendiliği, ne müşâhede, ne mârifet kalır. Düşünce, anlatış, tasavvur, kalem işlemez. Hiç kimse bu hali izaha muktedir olamaz. Ancak, zevk ve tadış yolu ile anlaşılır!
Onun içindir ki “BEN OL DA TAD” diye buyurulmuştur.’
Nalıncı Sultan devamla:
“Muhyiddin-i Arabi Hazretleri’nin bu sözlerinden, o zamanlar pek bir şey anlamamıştım. Seneler seneleri kovaladı... Emekli olup Basra’daki ailemin yanına dönmek için müsaade istedim. Müsaade çıkınca da,
‘Efendim; sizi ararsam, tekrar nerede bulurum?’ diye sorduğumda,
‘Evlât, Bizi Kalelerin Ardında bulabilirsin.’ demişti.
Daha sonra Basra’ya, ailemin yanına döndüm. Birkaç yılı ailem ile birlikte geçirdim. Ancak bu arada hasretlik ve aşk ateşi beni yaktı kavurdu... Basra’da duramaz oldum. Ailemin yaşamı ile ilgili tedbirleri alıp, tavsiyelerde bulunarak, sonunda vedalaşıp Sultanıma kavuşabilmek için yola koyuldum. Yolda her önüme çıkan surlarla çevrili şehirlere uğrayarak Sevgiliyi sordumsa da, kimseden olumlu bir cevap alamadım.
Neticede Yaradan’ın yardımı ile Şam şehrine ulaştım. Şehrin ileri gelenlerine O Ulu Hazreti sorduğumda; ebediyete intikal ettiğini derin üzüntüler içerisinde öğrendim.
Cebel-i Kasyon’daki kabrini ziyaret ederek üzerine kapandım. Doya doya ağladım... belki bu kucaklaşış saatler sürmüştü. Göz yaşlarım toprağını ve sakalımı adeta sırılsıklam etmişti. Kendimde değildim. Ezan-ı ilâhi okunmaktaydı. O an içimden gayri ihtiyari bir seda yükseldi:
EY ÂLİ SULTAN, BU FAKİRİN SENİ TAŞTAN KALELER ARDINDA ARADI DURDU... MEĞER SEN GÖNÜL KALELERİ ARDINDA, CAN İÇRE CANAN İMİŞSİN!
Şükürler içerisinde doğrularak emrolunan istikâmete yöneldim.”
Nalıncı baba hikâyesinin ilgili kısmını tamamlayınca göz yaşları içerisinde ayağa kalkarak:
“İşte efendim,ondan sonra yollar açıldı... Naz ve niyaz devresi bitti. Artık, kalelerin ardına geçmiş ve bir şeye ol deyince oluveren Kül’de eriyip gitmiştim. Mesele bundan ibarettir.” diyerek müsaade istemiş.
Hükümdar ise sonsuz bir sevgi ve hürmetle, göz yaşları içerisinde ellerini öperek, himmetlerini niyaz ederek uğurlamıştı. O tarihten sonra da bir daha kendisini gören olmamıştı. Himmetleri bâki olsun!
Kişiler, kendi gerçeklerinin ârifleri olup, mânâ kalelerini aşabildikleri nispette saflaşırlar... Üstün meziyetlere, âlemlere, hikmetlere, hürriyete, barışa ve huzura kavuşur, İnsanlık (Kulluk) âlemine dahil olurlar!
AKSİ TAKDİRDE; BEDEN DAĞINDAKİ CEVHERDEN BÎHABER, BİLGİ YÖNÜNDEN HABERDAR DAHİ OLSA; ÇALIŞIP, ZAHMETLER ÇEKİP O’NU BULUP, TEMİZLEYİP, ASLİYETİNE YAKIŞIR MAHİYETTE SAFLAŞTIRMADAN; KİŞİ İNSAN OLUR, KİŞİ KÖLELİKTEN KURTULUR, KİŞİ HÜRRİYETE, KİŞİ HUZURA, KUL VÛSLATA KAVUŞUR SANILMASIN!
Cevherleri nefislerinin örtüleri (vasıfları) altında unutulmuş olan kişi ve toplumlar, nefsani vasıf ve arzular tarafından örülen kapkaranlık hücreler içerisinde hapistedirler. Onların arzuları ise; nefsi arzularının çığlıklarından başka bir şey değildir.
Hangi tarafta olurlarsa olsunlar... Ağızları ne söylerse söylesin, onların dinleri dünya ve dünya şehvetleridir...
İŞTE YÜCE ALLAH’IN NESİL NESİL TÜM BEŞERİYET İÇİN DİN OLARAK SEÇMİŞ OLDUĞU “İSLÂM”: BEDEN DAĞINDA HAPİSTE OLAN O GÜZELİM ŞEHZADENİN KURTULUŞU, TEMİZLENİP, SAFLAŞIP TÜM GÜZELLİKLERLE, ÜSTÜN MEZİYETLERLE TAÇLANIP; O EŞSİZ VE TEK PADİŞAHLAR PADİŞAHININ MÜLKÜNDE,
YÜCE ŞANINA YAKIŞIR BİÇİMDE, KULLUK HİZMETLERİNE KOYULABİLMESİ,
SONUNDA YARADAN’INA KAVUŞABİLMESİ İÇİN RAHMET YOLUDUR!
Haydi durma kalk, o apaydınlık yola sende gelsene!..Dinleyiniz ey dostlar;Sevgilinin has bahçesinden bülbül sesleri gelmekte:
HER AN SEVGİLİYE GİDİYORSUN A GÖNÜL, HEM NE DE GİZLİ GİDİYORSUN GÖZLERDEN!AY GİBİ ELBİSELER PARALADIN DA, PARLAK MI PARLAK GÜNEŞ’İN ARDINA DÜŞTÜN GİDİYORSUN SEN!A YERYÜZÜNDE ARKADAŞLARLA OTURMUŞ ER, İÇYÜZDEN YEDİ KAT GÖĞÜ AŞMIŞ GİDİYORSUN!GÖRÜNÜŞTE KONUKLARIN ÖNÜNDESİN AMMA, GERÇEKTE İSE KONUKLUĞA GİDİYORSUN SEN!SUYA BENZİYORSUN AMMA, ÖRTÜ ALTINDA ÂBU HAYATSIN, BAHÇEYE GİDİYORSUN SEN!ÖYLESİNE SALINA SALINA GİDİYORSUN Kİ, GÖZLER GÖREBİLSEYDİ SENİ; DÜNYADA BİR TEK YASLI KALMAZDI!NE OLURDU ŞU HALK SENİ GÖREBİLSEYDİ, SEN OLUR, SENİNLE AKAR GİDERDİ..AMMA NE MÜMKÜN, BÜTÜN HALKTAN GİZLİ GİDİYORSUN SEN!
MADEM Kİ PADİŞAHA GİDİYORSUN, NE OLUR HALİMİZİ GÖR, ÇARESİZLİĞİMİZİ, HABERLERİMİZİ, YAKARIŞLARIMIZI BİLDİR O’NA.HİÇ OLMAZSA, BENZERSİZ, BEZEYİCİ, NAZARIYLA LÛTFETSİN DE ŞU BEDEN EVİ MEYVALI BİR BAĞA, BİR GÜL BAHÇESİNE DÖNSÜN, DÖNSÜN DE; GÖNÜL BUCAĞI BİR “CUMA MESCİDİ” HALİNE GELSİN.İNŞAALLAH, AŞIKLARA ŞÖLEN, TEK GÖREN YOK-YOKSULLARA SECDEGÂH OLSUN!A GÖNÜL, “NE DE GÜZEL YATILACAK YER SEÇMİŞSİN” DEDİM DE, GÜLDÜ DE DEDİ Kİ, “GÜL ALICI, GÜL BAHÇESİNDEN GÜL ALIR ELBETTEKİ, O GÜL AYAKLARIN ALTINDADIR GERÇİ, AMMA İNSAF ET, İNKÂR EDENLERİN MECLİSİNDE NASIL SÖYLENEBİLİR?”
*alıntıdır

Cumartesi, Mart 15, 2008

Aşkın Fotoğrafları















































































Bir elektronik posta grubunda aşkın fotoğrafları başlığında gördüğüm fotoğafları sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Perşembe, Mart 13, 2008

Karlar Eriyince

Karlar Güneşle buluşunca derelere kavuştu.

Pazartesi, Şubat 18, 2008

Kar Şiiri


Karın yağdığını görünce

Kar tutan toprağı anlayacaksın

Toprakta bir karış karı görünce

Kar içinde yanan karı anlayacaksın


Allah kar gibi gökten yağınca

Karlar sıcak sıcak saçlarına değince

Başını önüne eğince

Benim bu şiirimi anlayacaksın


Bu adam o adam gelip gider

Senin ellerinde rüyam gelip gider

Her affın içinde bir intikam gelip gider

Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın


Ben bu şiiri yazdım aşkın çeşidi

Öyle kar yağdı ki elim üşüdü

Ruhum seni düşününce ışıdı

Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın



Sezai Karakoç

Pazar, Şubat 17, 2008

Mutluluk Resimleri



















Yukarıda gördüğünüz fotoğraf ve resimler dünyanın en büyük arama motoru google'da 2mutluluğun resmi 2 yazıp aradığınızda çıkan fotoğraflar ve resimler. Çoğuna aşinayız ama bu eserlerden sadece alttaki resmin sahibini Abidin DİNO yu biliyorum.
Resim ve fotoğraflardaki ortak anlam bence mutluluğun uzaklarda; dağların ardında, para yığınları üstünde, bulutlar üsütünde olmadığıdır. Yukarıdaki karelerde herşeye rağmen birlikte olmaları nedeniyle mutlu olan bir aile, evine bir kap sıcak yemek götürebilmesi nedeniyle mutlu olan bir yaşlı teyze, yarın yepyeni ayakkabılar giyebilecek olması nedeniyle mutlu olan bir çocuk, minik bir bebeğin ellerini ellerinde hissetmesi nedeniyle mutlu olan bir ebeveyn, yıllar sonra bile birlikte olabilen yaşlıbir çift , başının okşanması nedeniyle mutlu olan bir çocuk. Evet bu saydığım mukluluk nedenlerine uzak olan o kadar çok insan var ki. Yanlarındaki mutluluk karelerini ezip uzaklarda arıyorlar mutluluğu. Mutluluğa gözlerimizi kapamayalım. Mutluluk içimizde onu hissedelim.



Çarşamba, Şubat 13, 2008

Yangından sonra



Belediye teşkilatlarında bulunan itfaiye birimleri şehirlerde hergün birçok yangına müdahale ediyor. Bu müdahale edilen yangınlardan birisi vardıki hepimiz yangının sonuçlarını takip ettik ve bu sonuçlar bizi çok etkiledi.


Geçtiğimiz hafta Almanya'nın Ludwigshafen kentinde çıkan yangında 9 Türk son nefesini verdi an be an dumanla birlikte azalan solukları ile birlikte. Bu yangın için kundaklama iddiaları ortaya atıldı, Alman itfaiyesinin iyi çalışmadığı söylendi, yangın çıkan binanın elektrik tesisatının iyi olmadığı söylendi. Tüm bu söylentilerin doğru veya yanlış olduğu zamanla anlaşılacaktır. Ben yangın ardından zihinlerde yer eden kareler üzerinde durmak istiyorum :





(fotoğraf: milliyet gazetesi)



Bir anne kendi yaşamını bir kenara bırakmış dünyaya getirdiği canını dumanlar ve alevlerden kurtarıp onun bu dünyada aldığı nefeslerin bitmemesi için pencereden aşağı bırakıyordu ve o bebeği polis kıyafeti giymiş adeta bir melek görünen bir kişi kurtarıyordu.

(fotoğraf : zaman gazatesi)

Alman İtfaiye müdürü kendisine hakim olamıyor yanan canların ardından ağlıyordu. İtfaiyenin ihmali iddiasından söz ediliyor fakat biz bunun doğruluğunu bilemeyiz.

Ve bir kare var ki yazımın üstünde yer verdim; yangında son nefesini veren 3 çocuğun yaşama nokta koymalarına dair bu kare gözyaşlarımı götürdü benden . Vefat eden bu 3 çocuğun mezarlarına bir oyuncak ayı, bir oyuncak zebra ve de bir oyuncak palyaço bırakılmıştı yaşarken belki de onlarsız yatmıyorlardı. O oyuncaklar yine yanlarında. O mezarların yanında bir annenin de mezarı vardı ; o mezarın üstünde bir çocuğun annesine "cennette beni de bekle" yazan sahibinin elinden iletilmiş bir mektup. Bu karelere dayanmak ne mümkün.


Almanya'nın Ludwigshafen kentinde bir yangın çıktı nedenini bilmiyoruz ama dumanı hala ciğerlerimizde ve gözlerimizi buğulandırıyor.

Pazar, Ocak 27, 2008

İYİ Kİ DOĞDUN,


İnsan ne zaman doğmuştur sorusu basit bir soru gibi karşımıza çıkar kimi zaman . Bu soruya kimi insan doğum dünyaya ilk merhabadır der, kimi insan ise ana rahmine düşme anı der. Benim doğum tanımım da ise bir artı var; insanın alınyazısının anarahmindeki 120. gün yazıldığı söylenir bu anda insanın eşinin ismi , yüreği yazılır. İşte bu nedenledir ki insanın bir doğum anı onun alnına ve kalbine yazılan sevdiği - eşinin doğduğu an olsa gerek. Bugün de benim doğum günüm ; mutluluğu buram buram soluduğum bir an . Bugün sevgiyle yoğrulmuş bir gün benim bal petekim-nişanlım yıllar önce bugün merhaba dedi ve şimdi bana sevgisiyle var.İyi ki doğdun bal petekim . BİRLİKTE SEVGİMİZLE NİCE GÜZEL SENELERE

Pazartesi, Ocak 21, 2008

Facebook'un ardındaki gerçek

Ece TEMELKURAN

Facebook'un ardındaki gerçek

Geçen pazar günü The Guardian'ın ekinde Facebook üzerine, araştırmacı gazetecilik ürünü olan bir makale yayımlandı. Tom Hodgkinson'ın yazdığı makalenin ("With friends like these...") başlığını şöyle çeviriyorum affınıza sığınarak:
"Böyle dostlar oldukça..."
Nasıl dostlar?

Dünya el ele tutuşsa ltd.
Yazı, Facebook'un "karanlık yüzü" üzerine. Bu büyük "Bütün dünya el ele tutuşsa ltd."nin arkasındaki hikâye, bu yeni oyuncağın tadını çıkaranların sandığı kadar neşeli ve barışçıl değil. Yazı, Facebook'un arkasındaki isimlerden bahsederken bu isimlerden en önemlisi olarak Peter Thiel'e işaret ediyor. Kim bu adam? 40 yaşında, Silikon Vadisi yatırımcısı, fütürist bir felsefeci. Thiel, Harvard'dan Facebook fikriyle gelen internet sihirbazı gençlerin icadına 500 bin dolar yatırmış başlangıçta. Şimdi Facebook'un ticari değeri 15 milyar dolar. Thiel'in tek olayı aşırı derecede zenginleşmiş olması değil. Onun zenginliğinin ve Facebook'un kuruluşunun ardında bir felsefe var. O serbest piyasaya adanmış bir ruh! O bir Amerikalı muhafazakâr! O bir barış düşmanı! O bir Reagancı/Thatchercı! O biiir... Savaş karşıtlarının internet sitelerini çökertip barış isteyenlere "ders vermenin" peşinde olan biri. Bu Facebook'un ardındaki karanlık. Bir de önümüzde duran başka bir karanlık tarafı var. Hakkınızdaki bütün özel bilgileri bütün istihbarat servislerinin kullanabileceği şekilde ortalara seriyorsunuz. Üstelik öyle bir arkadaşlık ki bu, Facebook üzerinden para kazanıyorsunuz, kazandırıyorsunuz. Bu size kim tarafından yaptırılıyor? Kafayı hırsa ve güce takmış bir adam tarafından. Thiel'in diğer bir özelliği de insanların koyun gibi olduğunu, anlamlı veya anlamsız ayırt etmeden birbirlerinin davranışlarını taklit edeceklerini savunan bir felsefeye inanması. Doğru olabilir. Çünkü bu Facebook çıktığından beri kime sorsam "İlkokul arkadaşlarımızla buluşuyoruz" diyor. Bu konuda, bir mizah dergisinde yayımlanmıştı sanırım, şöyle bir soru vardı:
"İnsan hiç ilkokul arkadaşıyla yatar mı?"
Anladığım kadarıyla Facebook bu türden hayırlı vuslatlara da hamilik ediyor!

Facebook'tan çıkılır mı?
Bu, bir komplo teorisi değil. Bu, bir "Bakın sizi nasıl kandırıyorlar" yazısı da değil. Sadece arkadaşlıklarınız ve aşk ilişkileriniz şu sözleri söylemiş bir adam tarafından yönetiliyor ve yönlendiriliyor:"Sanal dünya iyidir. Çünkü, örneğin bankada çalışanlar hakları için mücadele edemezler. Ne de olsa banka Vanuatu'dadır."
Vanuatu her neresi ise.
Ya siz?
Özel bilgileriniz, hem de çok özel bilgileriniz bir gün Facebook deryasından kıyıya yanaşıp karaya çıkmak istediğinizde internetin gayya kuyusundan nasıl çıkarılacak? Bir kere içindeyseniz hep içindesiniz. Ne için? İlkokul arkadaşlarıyla buluşmak için. Hımm... Tabii canım, kesinlikle buna değer!
ecetem@hotmail.com
*alıntıdır

Pazar, Ocak 20, 2008

"O AN" lar

Küçük patron
Kuzey Hindistan'da bir çoban koyunları güdüyor. Reuters'tan Kamal Kishore öyle bir açı, odaklanma ve an yakalıyor ki, geride karenin küçücük bir yerini doldursa da bakışıyla, duruşuyla çocuk "O" ana da hükmediyor
Huzur dışa vurduğunda

Agence France Presse'ten Asif Hassan, içindeki rahatlığın boşluğunda oynaşan mutluluk Keşmirli kızın yüzüne vurduğunda deklanşöre basmış. Böylelikle ışığın güzelliği okşadığı anı da yakalamış. Ancak bu çocuk, deprem bölgesi Keşmir'de geçici bir evde kalan ailenin çocuğu. Bu durumun "o" anın huzuru üzerinde ne kadar etkisi var acaba?



Evine ekmek götürmek

Afganistan'ın başkenti Kabil'de bir kız çocuğu evine ekmek götürüyor. Bakışındaki ifade dikkatimizi çekiyor. Zira bakışındaki ifade "o" anda ''evine ekmek götürmek'' eyleminin mecazi anlamını da taşıyor.









Bir başka pencereden

Bu fotoğraf da dünya gündeminde yer alan bir soruna açılan pencere diye tanımlabilecek bir 'o' an... Fotoğraf sanatı yakın plan çekimle sorunlu bölgelerin güzelliklerine sırdaşlık edebiliyor. Filistin'de El Halil kentinde çocuklar oyun oynuyor.





* alıntıdır.

Pazar, Ocak 06, 2008

Beyaz Parıltı


Dünya yeni bir yıla girdi. 2007 yılını geride bırakırken sevinçleri de üzüntüleri de geri de bıraktık şimdi sevinçlerin üzüntelrden daha ağır olmasını dileyerek 2008 yılına başladık.
Yeni yılın ilk günleri ile birlikte Türkiye gökten düşen beya z parıltılarla ısındı. Kış deyince aklımıza hep kar geliyor; ilkokulda bile kış resmi çizin dendiğinde mutlaka kardan adam ve kar topu oynayan çocuklar çizerdik. Kışın soğuğu ve karı aynı anda çağrıştırmasına rağmen kar bence sıcaklık demektir. Karın yağan beyazlığı bile temizlik anlamındadır, bereket anlamındadır. Kar yerkürede kirli nicelikler varsa bile onları örter güneşin kendini gösterdiği zamana dek. Güneş kendini gösterdiğinde de tar su olur ne zamandır her canlının muhtaçlık içinde beklediği , akar derelere kavuşur toprağın altına iner bitkinin köküne ulaşır filizleniverir soframızda meyve olur sebze olur.
Karın çok farklı bir havası vardır; büyükler kar yağışının mikropları kıracağını yani öldüreceğini söylerler. Kar yağmadan önce soğuklar kendini gösterdiğinde soğuk algınlıkları, üst solunum yolu hastalıkları alır başını yürür ve gerçekten de yeğan kar ile birlikte azalıverir bu hastalıklar. Belki de karın bu sıcaklığına mikroplar bile dayanamıyor.
Gökten yağan beyaz parıltılar aynı zamanda bir aşkın güzel bir paylaşım mekanı oluverir , sevdiği yanında olanlar yürüryüverir kolunda canı ile , sevdiği kilometreler nedeniyle yanında olamayanlar da gelecekte birlikte yürüyeceği kar tanelerine bakar dalar öylece ısınıverir, yeter ki sevdiği hayat yolculuğunda kışta,baharda,yazda; düştüğünde, yürüdüğünde , koştuğunda hep yanında olsun.

Karın sıcaklığını ve bereketini her zaman hissedelim.