Sizde benim gibi kaçışlar yaşar mısınız böyle sık sık; uzayın, ya da okyanusların derinliklerinde yok olmak ister misiniz? Evvelden kendime daha çok zarar veriyordum yoğun üzüntülerimde ama dayanabiliyormuşum demek ki; aslında çoktan sıkıldım kendimden de, gerekli gereksiz duygusallığımdan da ama ne yaparsınız huy işte, atsam atamam satsam satamam. Bir büyüğüm demişti hiç unutmam o sözünü, “ bir gramı kaldıramayan vardır bir tonu kaldırabilen vardır” diye… Şimdilerde, hatta epeyidir bir siperim var artık. Böyle berbat günlerinizde siz ne yaparsınız bilmem ama ben hep örtü altına girer yatıp örtünürüm ve çocukluğuma dönerim. Çocukluğum benim sığınağım olur. İlla da anneannemin evi ve bahçesi, pembe ve mor sümbüller, erik ağacımız, mahalle çeşmesi, pazarın içinden geçtiğim okul yolu. Anneannemin çocuk üzgünlüklerime siper olmuş, basma entarisinden yüzüme değen bağrındaki anaç kokuya başımı yaslarım, bir bebek gibi süt kokar sanki ak gerdanı. Onu aklıma getirmek bile rahatlatır beni, ak yaşmağının altındaki kınalı saçlarının huzuruna varırım, tıpkı kınalı elleriyle çocuk başımı sevmesindeki şefkat gibi. Kaçışlardayken ben çocukluğumun sığınağına, tarhana kokusu gelir burnuma, ocağımızın başında. Ninem, dedem, yeğenim ve ben. Ocağa gerili asılmış kanaviçe nakışlı, ucu dantelli örtü. Hep o örtüye bakarım bir tabloya bakar gibi. Renkleri önce ninemden öğrendiydim ben. “Bu ne renk nine?” diye sorduğumda “ güvez” derdi. Güvez ne renktir biliyorsunuz değil mi? Vişne kurusu, ya da bordo diyebiliz şimdi. Ninem pazara gittiğinde “ sana ne alayım kızcağızım?” diye sorduğunda dut isterdim ondan. Almadıysa hemen söylerdi sebebini; “alamadım kızcağızım, cibirgesi çıkmıştı, yencek gibi değildi, haftaya alırım gari” derdi. Komsuşuyla ayaküstü sohbetinde de “ dadalara alamadım, hemen de bitmiş iki paralık dut” derdi. Sedirdeki kanaviçe işlemelere de resme bakar gibi bakardım, elimdeki rengarenk kalem boyalarla aynısını yapmaya çalışırdım resim defterime. Mor üzüm salkımları, güvez gülleri. Dedem en büyük hayranımdı resimlerime, “ torunum büyüsün ona resim dükkanı açacağım derdi” kızardı ninem de ona “ hadi ordan, hangi resimcinin karnı doymuş resimden” diye söylenirdi. Kanaviçe nakışını çok güzel yapan bir abla vardı akrabamız, çok heves etti bana nakış öğretmek için, öğrendim de sonunda. Hayatıma kattığım renklerden biri oldu ve hobilerimdeki yerini aldı böylece; çünkü, resim gibi oluyordu işleyince. Kaçışların sonu yok, örtünün altında ben, üstünde sebep olan üzgünlükler. Evli evine, köylü köyüne. Bir sürü işim var, mesuliyetlerim var. Ben dönerim hep gerçeklerime, sığınağım kalır daha sonraki kaçışlarıma. Anneanneciğimin kınalı elleriyle sıvazladığı çocuk başım, biraz olsun teselli olur üzgünlüklerime. Kaçışlarınız olursa sizinde, sarılmayın kadehlere, sigaraya, haplara. En iyisi siz de kaçın ve sımsıkı sarılın benim gibi en mutlu olduğunuz anılarınıza… | |
ERGÜL İLTER |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder